Sirkeci’de bir ev yıkıntısı

Latife Beyza Turgut
Latife Beyza Turgut
04:0011/05/2025, Pazar
G: 11/05/2025, Pazar
Yeni Şafak
Eserin yapımında birebir Filistin’de kullanılan tuğlalar ve bordür desenleri kullanılmış. Tamamı Sirkeci Garı’nda inşa edilmiş ve Tokyay eserde, filmlerde birlikte çalıştığı sanat yönetmeni Erhan Alabaş ile çalışmış.
Eserin yapımında birebir Filistin’de kullanılan tuğlalar ve bordür desenleri kullanılmış. Tamamı Sirkeci Garı’nda inşa edilmiş ve Tokyay eserde, filmlerde birlikte çalıştığı sanat yönetmeni Erhan Alabaş ile çalışmış.

Gün içinde sayısız ziyaretçi için bir geçiş noktası olan Sirkeci Garı, Yeditepe Bienali kapsamında çarpıcı bir esere ev sahipliği yapıyor. Enes Hakan Tokyay’ın “Renamed” adlı enstalasyonu Filistin’de yıkılan binlerce evin temsili bir yansıması olarak izleyiciler için bir hafıza ve tanıklık alanı oluşturuyor.

Gün içinde sayısız ziyaretçi için bir geçiş noktası olan Sirkeci Garı, geçtiğimiz günlerde açılan Yeditepe Bienali kapsamında çarpıcı ve bir o kadar dokunaklı bir esere ev sahipliği yapıyor. Orient Express’in hemen yanındaki geniş salonda yıkılmış tuğlaları, delik deşik duvarları ile “Renamed” isimli enstalasyon ziyaretçileri karşılıyor. “Sanat, yalnızca görüneni değil; gizleneni, bastırılanı, unutulanı da görünür kılmakla yükümlüdür” diyen yönetmen ve sanatçı Enes Hakan Tokyay’a ait eser, Filistin’de yıkılan ve yok edilen binlerce evi hatta binlerce hayatı tek bir odada temsil ediyor. Çalışmasıyla ilgili olarak başından beri asılabilir/seyredilebilir bir eser düşünmediğini anlatan Tokyay, “Seyredilebilir bir eser yapmak istemedim. Çünkü biz ne yazık ki medyada sıklıkla gördüğümüz bu görüntülere çokça seyirci kalıyoruz. Bu yüzden ben içine girilebileceğimiz bir enstalasyon yapmak istedim. Burası pek çok kişinin, pek çok turistin gelip geçtiği bir alan” açıklamasında bulunuyor ve çalışmayı “Sadece bir sanat eseri değil; bir hafıza alanı, bir vicdan sesi ve bir tanıklık biçimi” olarak tanımlıyor.

Esere baktığımızda Sirkeci Garı’nın yüksek ve ferah çatısı altında küçük, karanlık ve sisli bir oda görüyoruz. Onu ayakta tutacak dört duvardan yalnız ikisi kalmış. Üçüncü duvardaki ise koskoca bir delik var. Bu eserdeki düşüncesinin Platon’un Mağara Alegorisi’yle birebir örtüştüğünden bahseden Tokyay, eserin iki farklı yönden deneyimlenebileceğini söylüyor. Tokyay, “İlki eserin içindeki hissiyatınız, ikincisi ise dışarıdan ona baktığınızdaki hissiyat. Dışarıdan baktığınızda özgür ve dilediğiniz gibi hareket edebileceğiniz alandan küçük klostrofobik bir alanı görüyorsunuz. İçeriden dışarıya baktığınızda ise siz yıkıntıların arasında ne yaşarsanız yaşayın dışarıda devam eden bir hayatı görüyorsunuz. Dışarıdaki insanlar içeriyi içerideki insanlar dışarıyı göremiyorlar” açıklamasını yapıyor.


Tüm Filistin için bir temsil

Medyada gördüğümüz pek çok fotoğrafın aksine bu enstalasyonda kişisel hiçbir eşya yer almıyor. Tokyay, bunun bilinçli bir tercih olduğunun altını çiziyor ve ilk etapta bir aile fotoğrafı yerleştirmeyi düşündüğünü ancak bundan vazgeçtiğini anlatıyor. “Çünkü bu kişisel bir ev değil, buna gerek yok. Bu temsili bir ev” diyor ve ekliyor: “Bu çalışmayı medyada gördüğümüz, alıştığımız fotoğraflardaki kişisel eşyalardan hepsini temizledim. Eserde hiçbir şahsi eşya yok. Sadece insanların günlük hayatın içerisinde kullandığı benzer, işlevsel şeyler var. Ziyaretçiler bana ‘Neden tek bir kıyafet yok? Neden çocuk oyuncağı yok?’ diye soruyorlar. Demek ki medyadan alıştığımız hissiyatlar buraya geldiğimizde örtüşmüyor. Bu benim için çok daha güzel. İnsanlar da bunun üzerine düşünmeye başlıyor. Gördüğümüz şeyin sadece bir replikasını yapsaydık eğer içeri girilebilen insanlar sadece “a tamam” deyip geçebilirdi. Ama bu sefer eksikleri bulabiliyor. Eserin bunları tetiklemesi beni çok sevindiriyor.” Enstalasyondaki objelerin tamamı özel ve bilinçli olarak seçilmiş. Baktığınızda pek çoğumuz için eski ve modası geçmiş olduğundan evimizde kullanmadığımız eşyalar açıkça görülüyor. Filistinliler için bu seçimlerin bir “retro” sevgisinden değil bizzat imkansızlıktan kaynaklandığını anlatan Tokyay, “Siz Filistin gibi bir açıkhava hapishanesinde yaşarsanız bir şeyi güncelleme şansınız olmaz. Biz tüplü televizyon kullanmıyoruz hatta evimizdeki televizyonu sürekli yeni bir modeli ile değiştiriyoruz. Oysa bu onların real ortamın bir göstergesi. Bu nedenle eseri hazırlayabilmek için en başta kendi ziyaretlerimden ve gerçek örneklerden yola çıktık” diyor.


İsimlerimiz şehitlerin isimlerine karıştı

Yıkılmak üzere gibi duran duvarlardan birinde boydan boya yazılmış isimler dikkat çekiyor. İsimlerin Filistin şehitlerine ait olduğunu ifade eden Tokyay, kendilerine şehitlerin yeraldığı birkaç liste geldiğini ve bu isimleri teker teker duvara yazmaya başladığını söylüyor: “Fakat bir gün çalışırken kızım Meryem Sofia ve oğlum Mir Musa’yı buraya yanımda getirdim. Kızım resim çizmeyi ve boyamayı çok seviyor. Ben farketmeden bir anda kalemi eline alıp duvara ‘baba’, ‘Meryem’, ‘Musa’ diye bizim isimlerimizi yazmaya başladı. O bunu yazdıktan sonra ben de tanıdığım arkadaşlarımın isimlerini yazmaya başladım. Çünkü eninde sonunda buradaki tüm isimler şehitlerimizdi. Bizler de ileride şehit mertebesine ulaşabilmek isteyenleriz. Onun için bir süre sonra listedeki isimlerden çıkarak kendi isimlerimizi yazmaya başladık. Bunu da tetikleyen yalnızca kızım oldu.” İsimler değişse de hikâyelerin hep aynı olduğunu anlatan Tokyay, “Sadece şehit olanların veya savaşta ölenlerin değil, buna neden olanların da isimleri değişiyor… Hitler, Mussolini… Ama onlara görsel bir yer vererek onları yüceltmek istemedim” diyor.


#Filistin
#Sirkeci Garı
#Enes Hakan Tokyay