Senin annen bir melekti yavrum, Sizi çok sevdim, size baba diyebilir miyim amca? başta olmak üzere birçok unutulmaz Yeşilçam repliğine imza atar Mehmet Bülent Oran. Sinemayla derinden bir bağı vardır. Onu oyuncu olarak da biliriz senarist olarak da. İsmini senarist Ayşe Şasa ile de çokça duyarız. Onun hayatı ve hikâyesi kendine hastır. İbrahim Türk tarafından hazırlanan “Senaryo Bülent Oran” kitabında bu hikâyenin ayrıntılarına doğru keyifli bir yolculuk yaptık. “Senaryo Bülent Oran” kitabının hazırlıklarına İbrahim Türk 2001 yılında başlar. Aralık 2003’te önsözü yazar. İlk basımı Mart 2004’te gerçekleşir. Oran aramızda aynı yılın eylül ayında ayrılır. Gitmeden hayatının hikâyesi yazılmış olur. Vefatının 20. yılında bizler de onun hayatının sokaklarında dolaşacağız.
81 yıllık ömrünün ilk bölümüne Oran, köklü bir aileyle başlar. Yalıda dünyaya gelir. Babası Cevat Rifat Atilhan annesi Macide Hanım’dır. Babası anti siyonist bir yazar olarak döneminde ismi öne çıkar. Ancak bu aile birlikteliği kısa sürer. Bir süre sonra Oran annesiyle, dedesinin evine taşınır. Çocukluluğu, lise yılları orada geçer. Üniversite zamanları dalgalı denizdir Oran için. Birçok bölümü dener. Ama üniversite yollarıyla barışamaz. Okumakla arası ise her daim iyidir. Aynı zamanda oyunculuğa merakı vardır. Çocukluğu babasız geçer. Reşit olur olmaz ilk iş mahkemeye başvurarak, anne soyadı Oran’ı alır. “Size baba diyebilir miyim amca?” repliğinin Oran’ın yaşamından bağımsız olduğu düşünülebilir mi? Düşünülemez.
Oran romantik ve hayalci bir çocuktur. O çocuk okumayı da sever. Elinin altında dönemin şartlarına göre çeşitli kitaplar olur. Sonrasında devreye sinema girer. Türk, Oran’ın sinemayla olan ilişkisinin temelinin nasıl atıldığını; “Annesi Macide Hanım da sinemayı çok sevmektedir. Yıldızların resimlerini toplayan, hatta sadece Greta Garbo’nun resimleriyle dolu bir albümü olan Macide Hanımın, sinemaya gittiği zamanların pek çoğunda yanında oğlu da vardır” diyerek anlatıyor. Hiçbir zaman sinema içerisinde olacağını düşünmez. Onun için filmleri izlemek yeterlidir. Oyunculuğu da düşünmez ama sonrasında da beraber çalışacağı Sırrı Gültekin ile Bakırköy Halkevi’nde bir oyunculuk eğitimi alır. Oradan Münir Özkul, Sadık Şendil, Kenan Pars’ın da yolu geçer. Üniversiteyle kaderinin barışmadığını yukarıda belirttiğimiz gibi denemeleri olmaz değil. Onun karakterini anlatan özelliklerden biri ani kararlar vermesi diğeri de şanslı olmasıdır. Bu iki özellik hayatının yönünü tayin eder.
İlk aşkı Mediha Hanım ile yolu kesişir. Evlenmek iste ama annesi Macide Hanım karşıdır bu evliliğe. Denklik olmadığını düşünür. Mediha Hanım çalışan, kendi parasını kazanan bir kadındır. Sorumluluk sahibidir. Ama Oran öyle değildir. Hayatta maddiyat derdi olmamıştır. Ta ki bu evliliğe kadar. Ailesine sırtını dönerek bu evliliği yapar. Gecekonduya taşınırlar ve Oran fabrikada çalışmaya başlar. Evliliği uzun sürmez ama değiştirdiği şeyler hayatında uzun süreli olur. O sırada birkaç oyunculuk denemesi olur. Bir yandan da mizah yazarı olarak namı yürür. Mizah yazarlığını, oyunculuğu ve fabrika işçiliğini bir arada götürmeye çalışır. 60 Darbesi sonrasında yönetim tarafından kovulur. Bu şekilde fabrika hayatı sona erer. Sonrasında ise mizah yazarlığını bırakır ve en sonunda tam manasıyla senaryo yazmaya tüm benliğiyle tutunur. Gecekonduda yaşadıkları, fabrikada çalışırken gördükleri, edindiği arkadaşları onun senaryolarının kaynağını oluşturur. Zengin kız fakir oğlan hikâyesinin iki tarafını da biliyordur. Mizah yazarlığı onun kültür sanat dünyasıyla bağ kurmasını, çevre edinmesini sağlar. Sonrasında bu çevre Yeşilçam’a doğru evrilir.
Yeşilçam Sokağı’na hamal olarak girer. Sonrasında okumuşluğuyla, bakışı ve duruşuyla oyunculuğa ilk adımı atar. Sinemada göründüğü ilk film “Vatan ve Namık Kemal”dir. Oyunculuğu konuşulmaya başlar. Filmlerin arkası gelir. Lütfi Akad, Metin Erksan, Hicri Akbaşlı, Atıf Yılmaz, Nejat Saydam ile senaristlikten önce oyunculuk gömleğiyle çalışır. Yakışıklı, jön bakışlarına sahip olan Oran kilo almaya başlar. O zaman jönlük rafa kalkar ve senaristlik devreye girer. İlk senaryosu yapımcı ve aynı zamanda arkadaşı Sırrı Gültekin’in ısrarıyla Kore Savaşı üzerine olur. Film çekilmez ama Oran için şans faktörü devreye girer. O zamana kadar senaryo yazmamıştır lakin iyi bir izleyici ve okuyucudur. Onun meyvelerini yer. Yönetmen Talat Artemel ona senaryo yazmanın temel noktalarını öğretir. Sonrası gelir. İlk baştaki senaryolarında imzası yoktur. Atmaya çekinir. Ama sonrasında isminin olması yeni işleri getirdiğini görür ve ismini yazmaya başlar.
Senaryo anlamında seri üretim yapmasının sebeplerinden en önemlisi yaşama tutunma dalının senaryolar olmasıdır. Ekmek kapısıdır. Ekmek kapısının kapanmaması içinde gelen hiçbir teklifi çevirmez. Aynı anda 4-5 senaryoyu bir arada yazar. Bunun için bir rutin oluşturur. Çünkü onun döneminde senaristlik var olan bir durum değildir. Safa Önal ve Bülent Oran ile başlar. Kendi tekniğini oluşturmak için sıkı çalışır. Yurt dışından kitaplar getirtir. Onları çevirir. Oralardan kendine bir yol haritası çıkarır. Oran’ın senaryo yazma mekânı kahvelerdir. Oralarda kalabalığın içinde, gözlemleyerek, duyarak, görerek yazar. Gazeteleri takip eder, haberleri okur. Senaryolarının sıcaklığı, gerçekçiliği, insanları çekmesi buralardan gelir. Oran’ın diğer senaristlere göre de uzun yazdığını belirtmek gerekir. Her ayrıntıyı ve duyguyu verir senaryolarında. Ama gerektiği yerde, istenilen şekilde de kısaltmaları yapar. Senaryoları dokunulmaz değildir. Değiştirilebilir, kısaltılabilir. Belli başlı alametifarikaları vardır. Diyalogları esprili, cafcaflı ve argo içerir. Her türü dener. Türler iç içe geçer. Ağlanır sonrasında gülünür muhakkak.
Yabancı filmlerin sinemamıza uyarlamalarında da, edebiyat uyarlamalarında da Oran’ın imzası vardır. Türk sinemasının var olduğu her dönemde Oran senaryolarıyla var olmak ister. Onun için senaryo yazmak önemli değildir. Yazdığının ne kadar insana ulaştığı önemlidir. Yeni bir söz, teknik söylüyorum derdinde değildir. Birbirinin tekrarı olmasının da doğal olduğunu söyler. Yeşilçam’a dair aklımıza gelen klişe sözlerin sahibidir o. Klişedir o sözler ama günümüze gelmeyi başarır. Oran amacına ulaşmaya devam ediyor diyebiliriz belki de.
Halit Refiğ ile Memduh Ün ile uzun süreli çalışır. Ama hiçbir zaman yönetmen koltuğuna oturmaz. Teklifler olur ama o hiç düşünmediğini, o koltukta oturmanın yapısına uygun olmadığını söyler. Kovboy filmlerinin de senaryosunu yazar. Başta “Çirkin Kral” olmak üzere birçok filmde Yılmaz Güney ile birlikte çalışır. “Fosforlu Cevriye” filmlerinde de imzası olur. Argo kullanadan, ceval kadın tiplemelerini yazar. Zamanlar geçer, Oran yazmaya devam eder. 1970’li yıllarda sinemamızda seks filmleri furyası başlar. O furyada da bazı senaryolarda imzası olur. Aynı zamanlarda “Milli Sinema”nın da ilk ürünleri verilir. Onların ilki “Birleşen Yollar”ın senaryosunda da Bülent Oran vardır. 1980’li yıllarda ortaya çıkan arabesk filmlerinde de imzasını görürüz. O sinemamızın her yerindedir.
80 sonrasında ise ülkemiz içinde Oran içinde değişim zamanı olur. Televizyon, video ve fotoroman hayatlara girer. Türk sineması için bir dönemin sonu gelir. Fotoromanın çalışma mantığını çözer. Orada da hızlı yazması işini kolaylaştırır. TRT’ye dizi senaryoları yazmaya başlar. Oyuncu olarak da ilişkisi televizyon dizileriyle yeniden başlar. “Üç İstanbul”, “Yaprak Dökümü” ve “Hacı Arif Bey” dizilerine imza atar. Bu dizilerde televizyon tarihinde kendine has bir yer edinir. 90’lı yıllarda televizyon dizilerinde, kısa filmlerde oyuncu olarak yer alır. O dizilerden biri de Şener Şen ve Türkan Şoray’ın başrollerde olduğu “İkinci Bahar” dizisidir. Türkan Şoray’ın babasını canlandırır Oran.
“Senaryo Bülent Oran” kitabıyla Oran’ın hayatının sokaklarında dolaştık. Yerimiz kısıtlı olduğu için üstü kapalı geçtiğimiz noktalarda olduk. Ama Oran’ı Oran yapan noktaların resmini gördük. O muhlis, çekingen beyefendi hep üretmeye devam etti. O şekilde de var oldu. Eşi Ayşe Şasa Bülent Oran için bir yazı kaleme almaya başladığında devamını getiremediğini çünkü onun sırrını çözemediğini belirtiyor. Sırrı çözülemedi ama emeği, katkısı kendini gösteriyor. Yazımızı Saide filminden “Herkes hayaliyle yaşar” repliğiyle bitirelim. Hayal kurmayı ve inandığımız, bildiğimiz yoldan gitmeyi unutmayalım.