Ramazan mektupları: Kalbe dönüş azığı

12:2929/03/2025, Cumartesi
Yeni Şafak
Şöyle sormalı belki kendimize; müşriklerin Mekke'sinde kalmak istersen aşıkların Mekke'sini nasıl fethedeceksin?
Şöyle sormalı belki kendimize; müşriklerin Mekke'sinde kalmak istersen aşıkların Mekke'sini nasıl fethedeceksin?

Hicret yolda bir hakikate varmak için yolun kendisiyle dönüşmektir. Hicret yola çıkabileceklerin vuslat arzusuna cevaptır. Dürdane İsrâ Çınar ve Tuba Kaplan Ramazan boyu devam eden mektuplarının sonuncusu olan X. Mektupta; hicreti, ayrışmayı, vazgeçmeyi ve hicretin şahsiyetli kadınlarını konuştular...

Dürdane İsrâ:
“Gidiyor musun rûhum, rûh-u revanım benim?” Son ana dek, katline ferman verilinceye kadar Mekke’de kalan peygamberin, artık çaresiz Medine’ye hicretinde şehrin bilhassa Kâbe’nin onun ardından böyle feryat ettiğini hayal ediyordu Safiye Erol. “Gidiyor musun, ruhum?” Ramazan’ın sonuna geldik, sanki kendi Mekke’mizde, bir avuç inanmış ve susamışlar olarak nefsimizin cehline, gadrine direndik de nihayet hicret gözüktü bize. Bayramı, Medine’ye varan Resulü Ekrem’in karşılandığı gibi, bir ayın doğuşu gibi karşılayabilecek miyiz? Son mektubumuzda hicreti, ruhun Mekke’sinden, kalbin Medine’sine göçmeyi, manevi muhacirliği, ayrılmayı, geride bırakmayı ve tüm bunların zorluğunu konuşalım diyorum, ne dersin?
Tuba Kaplan:
Ben hep onunla çölde uzun uzun kumlar savrulurken ayaklarımız ardı sıra, onunla yürürken ya da onu Medine'de karşılarken düşlerim kendimi. Gidiyor musun ruhum daha hakikatli, zor bir soru. Geride kalmanın acısını yaşadım, çetindir ve çukurlarla dolu. O gelsin isterim çünkü aradığım için hep onu bulduğumu tahayyül ettiğimden. Çatılara çıkar, bakar bakar dururdum. Geldi mi? Geliyor mu? Geldin mi ruhum? Lâ'dan çıkıp İllallâha bir yolculuk umduğumuz bu dünyadan. Dünyanın hangi arzusundan, hangi hevesinden, hangi oyunundan çıkıp da hicreti tadacağım? Yüzümüzde kaç maske, gönlümüzde kaç perde. Ramazan'da her gün bir kabuğu soymaya çalışarak, arınarak, azalarak, vazgeçmeyi öğrenmeye çalışarak geçirdik. Hicret nedir? Buyurdular: “kötü şeyleri terk etmek”, “haramları terk edip kötülüklerden uzaklaşmak...
Dürdane İsra:
Ruhun Mekke’si dememin bir nedeni oydu, Lâ ilahe, demek ayıklamak, ayırmak kendini, kendine put ettiklerinden, bin bir çehreye bürünen, idare kandilinden farksız olmasına rağmen kendini güneş kılığında gösteren her şeyden gitmek… Bazı mekanlar varlığımızı, şahsiyetimizi kurar. Mekke böyle bir yerdi peygamberimiz için şüphesiz, sığındığı, örtüsüne büründüğü, vahye muhatap olduğu, kalkıp silkelendiği, taşlandığı, eziyet gördüğü ve ruhundaki cevheri izhar ettiği yer. Kalbin Medine’si, onu kucakladı, çünkü kalp daima kendine gelecek olanı bekler, özler. Giden hicranla yaralanır, bekleyen aşkla. Kalbin vuslat arzusu vardır, ama ruh zaten ayrılmamış gibi bir birlik, bir vahdet halindedir. Kâbe’nin, gidiyor musun ruhum, diye sorması, aslında gitmek yok, biz biriz, sen neredeysen ben de oradayım demesi gibidir efendimize… Peki bizler için, bizim gibi rabıtası şaşmış, birliği dirliği kalmamışlar için nedir hicret?
Tuba Kaplan:
Yalnız seyahatlere başladığımda aklıma hep; "Gün gelecek Hîre'den Hadramût'a kadar bir kadın, tek başına yolculuk yapacak ve vahşi hayvanlardan başka hiçbir şeyden korkmayacaktır.” bu hadis gelir. Ruhuma ulaşmadan önce varlığımdaki ayıklamalarla muhataptım. Bir kadın olarak ayrışmak, yalnızlaşmak, seçimlerin en zoruydu. Örtük ya da açıktan bir haksızlıktan uzaklaşmak, evinden hicret etmek zordu. Çünkü henüz Ümmü Gülsüm'ün Allah ve peygamber sevgisi ruhuma tam manasıyla sirayet etmemişti. Tek başına Medine'ye hicret eden Ümmü Gülsüm. Anlaşmaya göre erkekler geri veriliyordu ama kadınlar için bir madde koyulmamıştı. Seni buraya ne getirdi Ümmü Gülsüm dediklerinde "Allah ve Resulünün sevgisi" dedi. Rabbimiz de hanımların müşriklere geri verilemeyeceğini belirten âyet-i kerimeyi nazil buyurdu. Bu ilâhî müjde “imtihan edilen kadın” manasına gelen Mümtehine Suresinin onuncu ayeti idi. İmtihan edilen, sevilmeyen, horlanan, psikolojik ya da fiziksel şiddet gören ve hicret için bekleyen, korku ve zulm altında birçok kadın var. Her birine korkmadan hicreti diliyorum. Ve aklıma Ümmü Seleme geliyor. Eşi ve çocuğu kendisine verilmemesine rağmen ayrışmayı göze almış, hicret edebilen güçlü bir kadın o. Tek başına oğlundan ve eşinden ayrı. Kalplerindeki vuslatı ilahi olana yönlendiren bu kadınların Resule olan sevgileri, konforlarından ve kendi dünyalıklarında yüce idi... Nedir beni yola çıkartan, nedir ulaşmak istediğim, varmaya çalıştığım menzil kimdedir?
Dürdane İsrâ:
Yol aynı, menzil bir ama kimisi de Ümmü Kays'ın muhaciri. Sahi biliyor musun Ümmü Kays hadisesini? Güzel, görkemli, akıllı ve hepsinin fevkinde iman sahibi bir kadın sahabedir Ümmü Kays. Peygamberin Medine'ye hicretinden sonra sığamaz Mekke'ye, ardı sıra nesi var nesi yok bırakıp gitmek ister. O sırada Ümmü Kays'a evlenmek için talip olan bir de sahabi vardır, zengindir, varlıklı nüfuzlu bir zat yalnız hicret zordur onun için. Onca hurma bahçesini, belki onca deveyi, ticareti bırakıp gitmek... Ümmü Kays şart koşar, eğer benimle Peygamberin ardı sıra Medine'ye hicret edersen orada evlenirim seninle, der. Sahabinin Ümmü Kays'a olan aşkı ağır basar, onun hatırı için çıkar yola ve gerçekten de Medine'de nikahlanırlar. Fakat, ona artık bir lakap yakıştırılmıştır: Ümmü Kays'ın muhaciri... O bir dünyalıktan başka bir dünyalığa hicret eder, Ümmü Kays ise varlıktan birliğe... La ilahe'den, illallah'a. Malum hadisi şerifte "Kim Allah’a ve Rasûl’üne hicret ederse o gerçekten Allah’a ve Rasûl’üne hicret etmiş olur. Kim de erişeceği bir dünyalık veya evleneceği bir kadından dolayı hicret ederse hicreti, hicretine sebep olan şeyedir.” denmesi bu olaya atıftır esasında. Tartmak gerek, ayrıldım niçin, kaldım niçin? Yemen'de akşamladım, Karen'de sabahladım, yalınayak yürüdüm, hanlarda konakladım, niçin? Vardım ama niçin?
Tuba Kaplan:
Niçin ama niçin? Yol onun, varlık onun..."Canını aşk yoluna vermeyen âşık mıdır?/ Cehdeyleyip ol dosta ermeyen âşık mıdır?" diyor yol için aşkça Yunus. Bir terkipten çıktım başka bir terkibe fakat neden ama niçin? Ümmü Kays her aşığa nasip olmayan, yolunu yol bilen bir aşkı da alarak yanına iki kere hicret etmiş sanki Esma gibi. Habeşistan hicretleri, daha sonra Medine için “O, bana sizden daha yakın değildir. O ve arkadaşları bir kere hicret ettiler. Siz ise ey gemi halkı, iki kere hicret ettiniz.” buyuruyor peygamber ve bundan sonra iki kere hicret eden lakabını alıyor Esma Bint Umeys. Bir beşerin kalbinden kalbimize dokunan aşk, aşkın perdelerini kavrayanlar için belki Habeşistan’dır. Medine'ye ya varılır birlikte ya da biri geride kalır. İkinci Hicretin nasip olduğu kalp dirilir ve Allah belki daha güzel bir vuslatı vaadeder. Ümmü Habibe eşiyle Habeşistan'a hicret ediyor. Hamile üstelik. Ailecek gidiyorlar. Fakat eşi Hristiyanlığa geri dönüyor, üstelik Ümmü Habibe'yi de çeldirmeye, dinden döndermeye çalışıyor. Gönlünün merkezine Kâbe’yi, kıbleyi ve Allah Resulünü alan Habibe eşinden ayrılıyor. Babasının, diğer müşriklerin baskılarına dayanarak, hamile bir kadının hicret etmesi ve sonra dinden dönmeye zorlanması...Ve eşi vefat ediyor Allah Habibe'ye açtığı yollara karşılık ne güzel yollar açıyor ve peygamberle evleniyorlar. Bu kadınlarda bir aşk var, yönünü şaşırmayan, sürgünleri, hicretleri hak ve batıl gibi ayrılıyor. Şahsiyetleri dik, yalın ayaklıkları, çölleri, hakikatleri bir vahdete çağırıyor daima...
Dürdane İsrâ:
Yalnızlık değil korkuları, ayıplanmak değil, dışlanmak hiç değil. Öyle bir bal bulmuşlar ki varsın yağma olsun kovanları... Gitmek, terk etmek, azalmak, eksilmek, ne gam! Hani yola çıkanın hayaletleşir, silikleşir ya varlığı, çölün vahşi vadilerinde, o keskin tepelerinde incelir de incelir... Ne seraplar görür insan ne çok buldum ne çok vardım zanneder. Dünya, işte bu çölün kendisi değil mi biraz da? Kendi merkezinden çıkıp bir hakikate varmak arzusu şöyle dursun azıcık ayağının yeri değişse o eski yerine, sancıyan boşluğuna bir de put diken ne çokları var. Kendinden dışarı çıkmak, ayrılmak, hicret mümkün mü böylesi için? "Ne talihsizdir o taş", diyordu Muhammed İkbal, "put olur da bir şarap sürahisi olamaz." Aşk yolunda olmayınca, aşkla olmayınca gidilmiyor demek Tuba. Şöyle sormalı belki kendimize; müşriklerin Mekke'sinde kalmak istersen aşıkların Mekke'sini nasıl fethedeceksin?
Tuba Kaplan:
Önce kendi terkini bulmalı insan. Yola çıkmaktan korkmamalı, çölü bir emniyet kılan, müminlerin merkezi kılan, nereye gidersek gidelim, nereye dağılırsak dağılalım yönümüzü çöle merkez kılan bir inancı taşımak. Göğsünde bir aşkı yaşamak... Her gün oraya yönelmek, hatırlamak, hatırlamak ve harlamak... Tek başıma bir yolculuğa çıkmıştım, insan illa yasak meyveye dokunacak, sürgününü başlatacak ve oradan oraya dolaşacak ya içimi arıyorum ben de yersiz yurtsuz, daha hicrete var... Blagay Tekkesi'ni bilirsin. Oraya ilk gittiğimde pencerenin önüne koydukları üç rahle dikkatimi çekmişti. Üç pencere suya bakıyordu ve üç rahlenin üzerinde de Kur’an-ı Kerim açıktı. Pencerelerden biri tam kapalıydı, birinin bir pervazı açıktı, diğer pencere ise tamamen açıktı. Suların karşısındaki bu yollara karşı teveccühümü, yönümü alakamı düşündüm o an. Ben hangi pencere idim? Kapalı mı, biraz açık mı, tamamen açık mı? Bosna seyahatimin en büyük sorusu bu oldu. Tenimden hicret edebildim mi? Arzumdan, heveslerimden. İnsan düşmeden kalkamıyor, bir beşerde aşkı tadıp susuz bırakılmadan hakiki suyu tadamıyor. Izdırabın şiddeti, hissiyatı, yolculuğun zorluklarıyla birleşmeden Medine olunmuyor. Ramazan’ı görmeden gelmeyen bayram gibi. Seninle bir başka nuru, bayramı karşılıyoruz şimdi. Ruhum geliyor mu? Medineli kızlar gibi seni çok seviyorum demek isterdim. Sen benim gönlümü fethettin sana bir ensar da ben olmak isterdim...
Dürdane İsrâ:
“Terk-i dünya, terk-i ukbâ, terk-i hestî, terk-i terk.” dedikleri… Yalnız O’nun için, O’na varma ümidiyle dünyayı, ukbayı, varlığı terk etmek ve öyle ki neyi terk ettiğini bilemeyecek denli terki terk etmek... Daima yolda olan, her an giden, renkten renge bürünen, kaptan kaba dolup boşalan insan… Blagay Tekkesi’nde zikirhanenin hemen yanındaki daracık bir odada kayalıklara bakan pencerenin önünde toprak bir testi duruyordu. Aşağıda akan suyun sesi, karşıda kayalıklara tünemiş güvercinlerin sesine karışıyor: hu, hu,hu… Mânâ benim hissiyatımda hep toprak bir testinin içindeki süt gibi. Seni rahle üzerinde açık duran Kur’an nasıl çağırdıysa beni de o testi öyle çağırmıştı o gün. Hiç kabından taştın mı, su olsan da susadın mı, bak güvercinin bile bir virdi var, hiç diline aşktan bir vird doladın mı? O testi sanki bir insan-ı kâmil oldu da alnını alnıma dayadı, konuştu konuştu konuştu o gün. Yıllar geçtikçe anladım, o toprak testi Muhammed İkbal’in deyişiyle bir aşk şarabının sürahisiymiş… Benim toprağımdan karılmış, oraya konmuş… Kalbe dönüş azığında Tuba, testimizden damlayan her neyse onu tattık. Bu yola çıkmasaydık, bu mektupları yazmasaydık ne rahledekinden ne testidekinden ne de azığımızdan haberdar olacaktık. Kalbin bunca manevi azıkla dolu odacıklarından özlemle taşarak bayramı karşılamalı şimdi. Tıpkı “ruhum geliyor”, “ruhum geliyor” diye sevinen Medineliler gibi…

#Ramazan
#Ramazan Mektupları
#Medine
#Kur’an-ı Kerim