
Bu yazıda, Mao’nun Serçe Kampanyası özelinde seküler yaklaşımın doğaya bakışı ile Karınca (Neml) Ayeti özelinde İslam’ın insan doğa ilişkilerine yaklaşımı karşılaştırmalı olarak incelenecektir. Böylece 15 yüzyıl öncesinden İslam’ın getirdiği ve bugün insanlığın daha fazla ihtiyaç duyar olduğu ekolojik bakış açısı netleştirilecek ve somutlaştırılacaktır. Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden Prof. Dr. Recep Ardoğan yazdı.
Öncelikle konuya giriş sadedinde iki animasyon filmden söz edelim. Filmlerden biri 1998 tarihli ve “Karınca Z/Antz” adını taşıyor. Çocuklar için eğlendirici, yetişkinler için kültürlendirici bir animasyon film olarak, komüniteryanizm, totalitarizm ve cuntacılık eleştirip liberal düşüncenin savunusunu yaparken ekolojik bir referansta bulunmaz. “Arı Filmi - Bee Movie” ise başlangıçta liberal, hak ve özgülük savunucu olarak başladığı hikâyeyi, en son ekolojik döngünün ve doğal dengenin korunmasına yönelik mesajla bitirir. Filmde arılar, ürettikleri balları çalan insanlara karşı Amerikan mahkemelerinde açtıkları davayı kazanırlar. Tüketebileceklerinden fazla ürettikleri için artık bal yapmayı durdurup tembelliğin konforunu yaşamaya başlarlar. Ancak, hesaplanmayan bir şey olur: Arılar, çiçekten çiçeğe dolaşmayı bıraktıkları için tozlaşma olmaz, ekolojik denge bozulur, yerküre çölleşmeye başlar. Yanlış yaptıklarını anlayan arılar, var güçleriyle son kalan çiçekleri tozlamaya çalışırlar. Bu iki filmden hareketle, ideolojik bakış açısının yerine, insanın kendi fıtratıyla, dolayısıyla da toplumla ve doğayla barış içinde olmasını sağlayan bilgeliğin ne denli hayati öneme sahip olduğunu söyleyebiliriz. Aşağıda bu bakış açısının İslam’da net ve somut biçimde ortaya konulduğuna ilişkin örnekler verilecektir.
Öncelikle, ekolojik yaklaşımın temeli:
* Tüm varlıkları birbirine bağlı bütün olarak görmek,
* Bu bütünü bir organizma gibi değerlendirmek,
* Bitki ve hayvanları “canlı” olarak tanımaktır. Bunun sonucu da doğa ile “yaşamı destekleyici bir ilişki” içinde olmaktır. Bu bağlamda İslam Peygamberi (sav) de sık sık, hayvanlara şefkatle yaklaşmanın önemli bir dini-ahlaki erdem olduğunu vurgulamıştır. O (sav), her canlıya yapılan iyiliğin ahirette bir sevabı bulunduğunu belirtmiş ve bu konuda somut örneklerle insanları teşvik etmiştir. Bu konuyla ilgili hadislerinden biri şöyledir:
“Bir adam, yolda yürürken susadı. Susuzluğu iyice artmışken bir kuyuya rastladı. İçine inip susuzluğunu giderdi. Çıkınca susuzluktan soluyup toprağı yemekte olan bir köpek gördü. Adam kendi kendine:
− Bu köpek de benim gibi susamış, deyip tekrar kuyuya indi, mestini su ile doldurup ağzıyla tutarak dışarı çıktı ve köpeği suladı. Allah onun bu davranışından hoşnut oldu ve günahlarını affetti.
Hz. Peygamberi (sav) dinleyen sahabilerden bazıları:
* Ey Allah’ın Rasulü! Yani bize hayvanlar (a yaptığımız iyilikler) için de sevap mı var, dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber:
* Evet, dedi, her ‘yaş ciğer (sahibi)’ne yapılan iyilik için Allah katında mükâfat vardır.” (Buharî, “Mezâlim”, 23)
Şefkat ve merhamet, sevgiden ayrı düşünülemez. Hayat ve yaratılış hamurunun mayası sevgidir. Yüce Allah “el-Vedûd”dur; kâinatı rahmet ve sevgiyle kuşatmış, insana da bu sevgiden lütfetmiştir. İnsan, bu sevgi ve merhameti doğadaki canlı çeşitliliğinde ve ekolojik ilişkiler ağında görmeli; aynı şekilde doğaya da sevgi, şefkat ve özenle yaklaşmalıdır.
“Müslümanlardan herhangi biri bir ağaç diker ya da bir tohum eker de onun meyvesinden bir kuş, bir insan ya da bir hayvan yer ise, bu onun için bir sadaka olarak kabul edilir.” (Buhârî, “Muzâra’a”, 1)
Bu hadiste, ağaç dikmek veya bir şeyler ekmek doğrudan teşvik edilmekte, dikilen-ekilen şeylerden yalnızca başka insanların değil hayvanların da yediklerinin o kişi için “sadaka” olarak tanımlamıştır. Bu tanımlama, İslam’da yalnızca yeşilliğe, ağaca değil aynı zamanda ekolojik dengeyi korumaya verilen önemi ve canlılara iyilik ve merhamete verilen değeri de yansıtmaktadır.
Yaşanan tarihî olaylar bu hadisi çok daha iyi açıklar niteliktedir. Bu olaylardan biri, “Dört Zararlı Kampanyası” kapsamında yürütülen “Büyük Serçe Kampanyası”dır.
1955 yılında Mao Zedong, “Büyük İleri Atılım” planını hazırlamak üzere kırsal bir tarım köyündeydi. Mao, bir serçenin pirinç tanelerini gagaladığını görünce, serçeleri “zararlı kuşlar” olarak ilan etti ve halktan tüm serçeleri öldürmesini emretti. Bu nedenle insanlar tencere, tava ve davul kullanarak ses çıkarıyor, serçeleri korkutup uykusuz bırakıyor, sonunda serçeler yorgunluktan gökyüzünden düşüyordu. Ayrıca halk kuş yuvalarını parçaladı, yumurtaları kırdı ve yavruları öldürdü. Çin halkı 1962 yılına kadar milyonlarca serçeyi öldürdü.
Ancak serçelerin ekosistemden kaldırılması, öngörülemeyen ekolojik sonuçlara ve yırtıcı-av dengesinin bozulmasına yol açtı. Nitekim Çin Ulusal Bilimler Akademisi, serçelerin tahıldan çok böcek yediğini bildirdi. Serçeler ortadan kalkınca, böcekleri yiyecek hiçbir canlı kalmadı ve özellikle çekirgelerin sayısı patlama yaptı. Çekirgeler ülkenin dört bir yanını istila etti, buldukları tüm mahsulleri yemeye başladılar ve bu durum gıda kıtlıklarına yol açtı.
Çin halkı yiyecek bir şey bulamaz hâle geldi ve milyonlarca insan açlıktan hayatını kaybetti. Akademisyenler tarafından yapılan tahminlere göre kıtlık sona erdiğinde, açlıktan ölenlerin sayısı 15 ila 36 milyon kişi arasında değişmekteydi.
Bu olayı, yaklaşık 1444 yıl öncesinden bazı hadislerle karşılaştırmak, İslam’ın ekolojik yaklaşımını netleştirecektir. Örneğin, “Bir serçeyi haksız yere öldüren kişiye, kıyamet günü o serçe feryat edecek: ‘Ya Rabbi! Falanca beni eğlence olsun diye öldürdü!’” (Nesâî, Dahâyâ, 42) uyarısı, can taşıyan her bir varlığa verilen değerin ifadesidir. Diğer bir hadis de tüm canlılara merhametle yaklaşmayı emreder:
“Allah, merhametli olanlara rahmetle muamele eder. Öyleyse, sizler yeryüzündekilere karşı merhametli olun ki, semâda bulunanlar da size rahmet etsinler...” (Tirmizi, “Birr”)
İslâm çevre ahlakı, Allah’ın nimetlerini bilmenin; O’nun hukukuna (haklarına, yasalarına) ve mükerrem kıldığı insana gösterilmesi gereken saygının bir gereğidir. İslam, insanın yalnızca diğer insanlarla değil doğal çevresiyle ilişkilerinde de özenli olmasını öğütlemektedir. Örneğin, İslam’a göre hayvanlara eziyet, onlar üzerinde atıcılık talimi yapmak, gereksiz yere canlılara zarar vermek haramdır; insan bu davranışının cezasını ahirette görecektir. Bu konuda, İslam Peygamberi’nin sözleri ve örnekliği de insanları doğayı kirletmeden, ona zarar vermeden, aksine doğayı daha güzel hâle getirerek yaşamanın yolunu göstermektedir.
İslâm çevre ahlakı, Allah’ın nimetlerini bilmenin; O’nun hukukuna (haklarına, yasalarına) ve mükerrem kıldığı insana gösterilmesi gereken saygının bir gereğidir. İslam, insanın yalnızca diğer insanlarla değil doğal çevresiyle ilişkilerinde de özenli olmasını öğütlemektedir. Örneğin, İslam’a göre hayvanlara eziyet, onlar üzerinde atılıcılık talimi yapmak, gereksiz yere canlılara zarar vermek haramdır; insan bu davranışının cezasını ahirette görecektir. Bu cihanşümul anlayışın bir maddesi de "karıncayı bile incitmeme" ilkesidir. Kur’an-ı Kerim, Hz. Süleyman’ın büyük bir orduyla bir vadiden geçişini anlatırken de canlılara zarar vermekten kaçınmak konusunda dolaylı bir mesaj vermektedir: “Nihayet karınca vadisine geldikleri zaman, bir karınca: ‘Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin; Süleyman ve ordusu farkına varmadan sizi ezmesin!’ dedi.” (Neml, 18)
Ayette geçen “farkına varmadan” ifadesi, büyük bir ordu hâlinde de olsa müminlerin, masum insanlara, günahsız canlara zarar veremeyeceğini ifade etmektedir.
Son olarak altını çizelim ki, karıncayı bile incitmemeyi öğütleyen, kuşların yediği meyvelerin, onları yetiştiren kimse için “sadaka” olduğunu vurgulayan hikmet ile bir şeyler yemesinler diye tüm serçeleri öldürmeyi yasalaştıran ideolojik bakış yer ve gök gibi birbirinden uzaktır.