Ramazan Dikmen, 44 yıl önceki yazısında, edebiyata göre daha genel olan yayınsal ve yazınsal faaliyetler kapsamında medya ahlâkını da konu edinmekle birlikte,
-Müslümanlar olarak Sünnete uygun bir edebiyat, sanat vs. icrâ ediyor muyuz?
-Sünnete uygun edebiyat, sanat ve yayın anlayışımız nedir?
-‘Hikmet’i, ‘güzel öğüt’ü doğru anladığımızdan ve doğru anlamda kullandığımızdan emin miyiz?”
sorularıyla asıl ’80 kuşağını fazlaca meşgul eden edebiyatın tebliğ için mi yoksa sanat için mi yapıldığını sorgulamayı hedefliyordu.
Bu sebeple edebiyatın tebliğ için mi yoksa sanat için mi yapıldığı konusundaki tartışmalarımızda mesaj, öğüt ve vaaz gibi kelimeler öne geçiyordu. İşin ilginç yanı, bu kelimeleri aynı zamanda bir tutum belirtme aracı olarak görmemiz ve bu tutumumuzu belirleyen komplekslerimizi onlarla perdelemek isteyişimizdi.
Bu bağlamda büyük yazarlığını teslim ettiğimiz bir ağabeyimizin yazılarında hiçbir ayete ya da hadise yer vermediğini görüyor, buna rağmen onu ayetlerin ve hadislerin mana ikliminde musır olmakla övebiliyor ve böylece o zamanın edebiyat ortamının (kanonunun) dayattığı “Müslüman ol ama asla Müslüman görünme” dayatmasına içten içe tabi oluyorduk.
O tutumlarımızla aynı zamanda vaaz müessesinin aşındırılmasına, küçümsenmesine hizmet ettiğimizin farkında mıydık, sanmıyorum. Bu konuda yazar ağabeylerimizden gelen bir ikazla da hiç karşılaşmıyorduk. Bu tepkisizliklerinin onların vaaz ve benzeri İslami kurumlar konusundaki bilgisizliklerinden kaynaklanıyor olabileceğine hiç ihtimal vermediğimiz gibi, ilgili sessizliklerini kendi yanlışımızı pekiştiren güçlü ve doğru bir delil gibi değerlendiriyorduk.
Buna rağmen vaizlikle yazarlığın farkı esasında “Vaiz insana nasıl olması gerektiğini söyler, yazar ise insana ne olduğunu anlatır” şeklindeki tespitimizi dile getirme ihtiyacındaydık.
Bu tespitimizi “söz uçar yazı kalır”; “vaiz vaazına esas şer’i kaynaklardaki bilgilerle kayıtlıdır ama yazar insanı insanlığında apansız yakalayarak onun ne’liğini ele verendir” vb. söyleyişlerle açmamızın pratikte hiçbir yararı yoktur.
Zira, vaazda dile gelen söz Allah’ın sözleriyle, Peygamber Aleyhisselam’ın haberleridir ki, bunlar dile getirilme şartları ne olursa olsun bir kayıpla, uçuculukla nitelenemezler. İnsanın apansız yakalanması da sorunlu bir ifadedir çünkü din, insanın -günah işleme, yanılgı, sürçme vb.- olumsuzluklarını açmayı / teşhir etmeyi değil bilakis bunları örtmeyi buyurmuştur.
Yine de söz konusu tespitimizi, Edward W. Said’in yaptığı şu benzer ayrımla destekleyebiliriz: “Filozofun görevi, der Nietzsche, evrensel ihtiyaca hangi hissin, hangi eksiliğin, hangi ıstırabın ya da acının (Leid) neden olduğunu tanımaktır; sanatçının göreviyse bu hissi yaratmak, ona biçim vermektir. İster sanatçı ister filozof olsun, insan son kertede dünyasını bu boşlukta inşa eder.” (Başlangıçlar – Niyet ve Yöntem, trc.: Ferit Burak Aydar, Metis, 2009)
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.