40 yapar!

04:0018/06/2025, Çarşamba
G: 18/06/2025, Çarşamba
Özgür Bayram Soylu

Son iki yıldır Türkiye’de ekonominin en büyük hedefinin enflasyonu kontrol altına almak olduğunu 7’den 77’ye herkes iliklerine kadar hissederek biliyor. Enflasyonu düşürmek için Merkez Bankası’nın uyguladığı yüksek faiz politikası, matematiksel olarak enflasyonla mücadele ediyormuş gibi görünse de bir yandan da ekonomiyi yavaşlatan bir dinamik haline geliyor. Zorunlu ihtiyaçları için harcama yapan orta ve dar gelirli vatandaş zorlanıyorken, şirketler yatırım yapmaktan vazgeçmenin ötesinde sessiz

Son iki yıldır Türkiye’de ekonominin en büyük hedefinin enflasyonu kontrol altına almak olduğunu 7’den 77’ye herkes iliklerine kadar hissederek biliyor. Enflasyonu düşürmek için Merkez Bankası’nın uyguladığı yüksek faiz politikası, matematiksel olarak enflasyonla mücadele ediyormuş gibi görünse de bir yandan da ekonomiyi yavaşlatan bir dinamik haline geliyor. Zorunlu ihtiyaçları için harcama yapan orta ve dar gelirli vatandaş zorlanıyorken, şirketler yatırım yapmaktan vazgeçmenin ötesinde sessiz sessiz işçi çıkarmalara başlıyor.
Üretimin giderek durma noktasına yaklaştığı bu ortamda “Enflasyon düşüyor mu” sorusu yerini “Bu kadar yüksek faiz daha ne kadar devam edebilir” sorusuna bırakıyor. Merkez Bankası’nın vatandaşa “Sizi seviyoruz ama nefes de almayın” mesajı toplumun tüm katmanlarında bir iç çekişe dönüşüyor.
Enflasyon yüksek faiz baskısıyla tahrip ede ede aşağı inerken, ekonominin dinamoları tek tek zayıflıyor neredeyse hissizleşiyor. Yıllık enflasyonun %35’lerde aylık enflasyonun ise %1,5’lerde olması masa başındakileri sevindirse de tüketim harcamalarının azalması, üreticilerinin frene basmak zorunda kalması ve ekonominin durma noktasına gelmesiyle enflasyonun bu seviyeye geldiği gerçeği varlığını koruyor. Bir bakıma iki yıllık süreçte havale geçirte geçirte düşürdüğümüz ateş nabzı da giderek düşürüyor.

REEL SEKTÖRÜN FİŞİ ÇEKİLİYOR
Bugün reel sektörde bırakın yatırım yapmayı, sabahı görmek neredeyse imkânsız hâle geliyor. Özellikle küçük ve orta ölçekli işletmeler için krediye ulaşmak ya çok zor ya da çok pahalı hatta rüyada görmek bile neredeyse bir istisna. Faiz oranları o kadar yüksek ki finansman maliyeti artık kârlılığın ve rekabet gücünün önüne geçiyor. İşletmeler ya hiç kredi alamıyor ya da aldıkları krediyi geri ödeyebileceklerinden emin olamıyor. Bu da üretimin yavaşlamasına ve binlerce çalışanın dipsiz bir kuyuya girmesine yol açıyor.
Yüksek faiz şartlarında yatırım yapmaya niyetlenen bir girişimcinin tek dayanağı motivasyonu oluyor ama o da vadeye bölünmüyor. Artık uzun vadeli düşünmek, teknolojiye yatırım yapmak ya da verimliliği artırmayı kimse telaffuz bile edemiyor.
Sermaye maliyetleri bu kadar yüksekken, firmalar hayati kararlarını erteliyor, mikro düzeyde alınamayan bu kararlar, makro düzeyde büyümenin de önünü kesiyor.
Yüksek faiz artık kırmızı ışık değil, sürekli yanan sarı ışık gibi: Ne durabiliyoruz ne ilerleyebiliyoruz. Özellikle üretici ve yatırımcı kesim, bu seviyelerde fonlanmanın matematiksel değil, neredeyse metafiziksel bir çaba olduğunu söylüyor.
KOBİ’ler, kredi musluğunun başında su bekleyen köylüye dönmüş durumda. Öyle ki yüksek faizin gölgesinde iş kurmak ve iş hayatına devam etmek isteyenin yanında artık sadece sermaye değil, sabır, dua ve düşük tansiyon da gerekiyor.

YOL SİSLİ, RADAR ÇOK

Bugün yabancı yatırımcı için asıl mesele yüksek faiz iken yerli yatırımcı için belirsizlik. Kimse yarın ne olacağını öngöremediği bir sabaha uyanmak istemiyor. Sadece iş dünyası değil neredeyse tüm ekonomik karar birimleri Merkez’in rotasını merak ediyor. Faiz artacak mı, düşecek mi yoksa olduğu yerde bir ay daha kalacak mı? Fonlama faizleri üzerinden indirim sinyali veren Merkezin cesaretini toplaması için neyi beklediğinin yanıtı vermek belirsizliğini koruyor. Bugünkü tablo, virajlı, sisli ve her köşe başında sürprizlerle dolu bir yola benziyor. Kısa vadede finansal istikrar sağlanmış gibi görünse de uzun vadede üretim ve istihdam tarafında yavaşlama başlıyor. Bu denge iyi kurulmazsa, büyüme hızı düşüyor ve ekonomi adeta nefes almakta zorlanıyor. Eğer dünyaya “Biz yatırım için doğru adresiz” demek istiyorsak, önce içeride üretim çarklarının dönmesi gerekiyor. Yoksa yatırımcı, açık büfe olmayan bir yere “sınırsız kahvaltı” yazıldığını gördüğünde ne yaparsa, onu yapıyor. Faiz-kur-enflasyon sarmalı üzerinden carry trade sıra dağları çizen yatırımcı artık sinsi sinsi değil gevşek gevşek bir köşede gülüşünü sürdürüyor. Reel sektör içinse mesele faizin düşüp düşmeyeceği değil, hangi seviyeye ne zaman ineceğidir. Bu noktada atılacak dengeli ve zamanlaması doğru bir faiz gevşemesi hem ekonomiye nefes aldırma hem de yatırım ortamını yeniden canlandırma potansiyelini taşıyor. Aksi hâlde sadece piyasa tepkisi değil, toplumsal yorgunluk da derinleşiyor.


BUZ GİBİ HESAPLAMA!
Hayatın içindeyiz. Etiket fiyatları, kiralar, kredi taksitleri, akaryakıt…
Her kalemde hissedilen şey aynı: yüksek enflasyonun yakıcılığı. Yetmiyor üstüne Merkez Bankası’nın politika faizi hâlâ %46 seviyelerinde tutuluyor.
Bu düzey, ne fiyat artışlarını dizginliyor ne yatırım iştahını kabartıyor ne de vatandaşın alım gücünü koruyabiliyor. Haliyle böyle bir ortamda döviz kurunu kontrol etmek de, yatırım kararlarını yönlendirmek de mümkün olmuyor.
Oysa bugün Türkiye ekonomisinin ihtiyaç duyduğu şey, yalnızca frene basmak değil; aynı zamanda yön tayin etmek. Yani net bir geçiş süreci. Bu süreç, yüksek faiz politikasından kademeli ama planlı bir çıkışı; aynı zamanda reel pozitif faizin, ekonomik mantıkla, toplumsal gerçeklikle ve insani yaşam standartlarıyla uyumlu bir düzeye çekilmesini gerektiriyor.

Bu noktada politika faizinin %40 seviyesine çekilmesi;

– Piyasada paniğe yol açmaz.

– Aksine enflasyonla mücadele kararlılığını gösterir.

– Ekonomiyle gerçekçi bir bağ kurar.

– Yatırımcıya yön, vatandaşa güven verir.

Kısacası, artık "Sıkılaştırma yeter mi?" sorusunu değil, "Nasıl bir normalleşme mümkün?" sorusunu sormalıyız. Ekonomi, netlik ister. Netlik için sinyal gerekir. O sinyal de 40’tır.

Bizde her şeyin fazlası zarardır.

#Ekonomi
#enflasyon
#Özgür Bayram Soylu