Antiturizm

04:0030/06/2025, Pazartesi
G: 30/06/2025, Pazartesi
Süleyman Seyfi Öğün

Dünyâ savaşlarla, soykırımlarla, ekonomik kriz ve boyutları her geçen gün büyüyen akıl almaz eşitsizliklerle savrulurken, tekmil cümbüşüyle turizm mevsimi de başladı. Turizm denilince aklıma hemen 1970’lerde eş dost meclislerinde bu hususta yapıla klişe konuşmalar gelir. O vakitler Türkiye’ye, pek çoğu da çulsuz kabilinden sâdece 900.000 civârında; turist gelirdi. Bu hippiler, bırakın para bırakmayı, misâfirperver Türk halkı tarafından yedirilir içirilir; hattâ evlerde yatıya kabûl edilirdi. Buna

Dünyâ savaşlarla, soykırımlarla, ekonomik kriz ve boyutları her geçen gün büyüyen akıl almaz eşitsizliklerle savrulurken, tekmil cümbüşüyle turizm mevsimi de başladı.

Turizm denilince aklıma hemen 1970’lerde eş dost meclislerinde bu hususta yapıla klişe konuşmalar gelir. O vakitler Türkiye’ye, pek çoğu da çulsuz kabilinden sâdece 900.000 civârında; turist gelirdi. Bu hippiler, bırakın para bırakmayı, misâfirperver Türk halkı tarafından yedirilir içirilir; hattâ evlerde yatıya kabûl edilirdi. Buna mukâbil hemen yanıbaşımızdaki Yunanistan’a bunun bir kaç katı, üstelik cebi şişkin turist ziyâret ediyordu. En çok yapılan mukayeselerden birisi de yatak sayısı ile alâkalıydı. O zamanlar Türkiye’deki yatak sayısının takriben 60.000 civârında ifâde edilirdi. Bu rakam ağızlardan çıkınca hemen bunun sâdece Rodos’daki yatak kapasitesi kadar olduğu söylenirdi. Bu klişe konuşmalar,
“Bizde turizm için herşeyimiz var; lâkin tesis yok” sızlanmasıyla
tamamlanırdı.
Evet, mukayeseler daha çok Yunanistan ile yapılırdı.
O devirlerde biz Türklerin kıyas ölçüleri Balkanları geçmez; yallah yallah buna Ortadoğu dâhil edilirdi.
İtalya, İspanya, Fransa gibi turizm devlerinin rakamları Kaf Dağı’nın arkasındaydı. Hemen bir not düşeyim: Son çeyrek asırda, kültürü küt ve tembel Türk orta sınıfların Batılılaşma ev ödevini biraz
Helenleşmek
olarak basitleştirmesi bunun uzantısı olmalıdır. Tembel Yunanlılar o hâlleriyle Batı’dan aferin alıp şımartılıyorsa, aynı iklim, tabiat ve târihe sâhip olan biz Türkler onlara niye ortak olmayalım ki? Türk hümanizmi ve Mâvi Anadoluculuğun fikir müktesebâtının fiiliyattaki karşılığıdır bu. Küt orta sınıflar o tezleri;
Akdeniz Kardeşliği ile yumuşatılmış olarak
kendilerini şu veyâ bu ölçüde Helenleştirmek olarak yorumladılar. Tüketim kapitalizminin hediyesi olan küt, lümpen orta sınıfların İslam’dan ve “kötü” geleneklerden arındırılmış, çağdaşlaşma algı ve yorumlarının karşılığının bu gizil Helenleşme olduğunu düşünüyorum. Turizm, bunu hızlandıran ve köpüklendiren bir tesir doğurdu.(Halikarnas Balıkçısı’ndan Zeki Müren’e ve MFÖ’ye yaşanan Bodrum kırılmaları veyâ bâzı açıdan devamlılıkları ayrı bir yazının konusu olacak kadar derin).
Turizm, Türk kültür târihinde
bir medeniyet; bir medenîleşme
dâvâsıydı. Otellerimizin pek çoğunun handan bozma pis olması çok canımızı sıkardı. Ama en komiği bakımsız, pis umumî tuvaletlerimiz için yapılan şikâyetlerdi. En çok konuşulan meselelerden birisi de buydu. Medenî dünyâya dâhil olmanın ölçüsü ,en kestirme yoldan onlardan takdir görmekti. Derin bir kompleks ve doymak bilmez bir itibâr açlığı çekiyorduk. Tabiatımız, güneş, deniz ve târihimizin gelenler tarafından takdir edilmesi; hele hele insanlığımızın madalya alması bizi duygusal olarak uçuruyordu. Tuhaf olan şuydu; bizi takdir edenler umûmiyetle Batı’daki hayât tarzından soğumuş Batılılardı. Bizim Batı’ya, Batılılaşmaya hasredilmiş medenîleşme dâvâmız, buraya gelen Batılılar tarafından eleştiriliyor; Batı’da olmayıp bizde olduğu söylenen ne varsa yüceltiliyordu. Kimse bunun farkında değildi. Farkında olanlar ise, “Ne var ki? Biz Batı’nın en güzel taraflarını ayıklayıp bizdeki o güzel hasletlerle birleştirip daha iyisini yaparız” diyorlardı.
1970’lerde turizm sohbetlerinde çok geçen kelimelerden birisi de
turizmin patlaması
meselesiydi. Herkes Godot’yu bekler gibi, bir gün Türkiye’de turizmin patlamasını bekliyordu. 1980’lerde ,nihâyet beklenen oldu. Turizm patladı. Ege ve Akdeniz’de sayısız otel ve tâtil köyü açıldı. 1990’lardan sonra, bilhassa “herşey dâhil” paketleriyle bir rekâbet üstünlüğü kazanıldı. 2000’lerde bunun hasılatını toplamaya başladık. Türkiye, yakın zamanlarda, 65 Milyon turistin ziyâret ettiği ,dünyânın en büyük turizm ekonomilerinden birisi hâline geldi. Fransa, İspanya ve ABD’nin hemen arkasından dünyâ 3.lüğüne geldik. Dikkat edilmesi gereken husus, Türkiye’nin kemiyet başarısının, gelirler, yâni keyfiyet seviyesinde kendisini tekrâr etmemesidir. Gelirler sıralamasında ,ABD ve İspanya 1. ve 2.lik mevkilerini koruyor. Ama Fransa,Tayland, Birleşik Krallık gibi ,turist sayısında gerimizde olanlar yükseliyor, bizi geçiyordu. Türkiye bu sıralamada 12.sıraya düşüyor. Demek ki bu sâhalarda yapılacak çok iş var.
Ama en kritik olan husus, son zamanlarda turizmin kalbi sayılan pek çok Batı toplumlarında antiturizm olarak niteleyeceğimiz bir akım yükseliyor ve giderek kitleselleşiyor. Bunu, daha umûmî manâda,
tırmanan yabancı düşmanlığının bir varyantı
olarak değerlendirmek mümkün. İspanyollar, İtalyanlar “Turistler gelmesin” kampanyaları başlatıyorlar.
Günlük hayâtı zorlaştıran kalabalıklaşmalar, turist taşkınlıkları ve vandallıkları,turistik artıkların hacmindeki şişmeler daha mühimi turizmin yerliler için başta kiralar olmak üzere doğurduğu enflasyonist baskılar bu şikâyetleri azdırıyor ve keskinleştiriyor.
Bunun artan dünyâ ekonomik bunalımlarıyla doğru orantılı olarak daha da kitleselleşeceğini; hattâ bir yerlerde terör ile buluşabileceğini düşünüyorum.
Turizm, biz Türkler için artık bir medeniyet dâvası olmaktan hayli çıktı.
Turizm sâdece kısa yoldan, vur kaç taktikleriyle ekonomik gelir sağlayan , çok sayıda yan sektörü besleyen ekonomik bir değer. Turizm, gelen için de, karşılayan için de metâlaşmış bir yapı. Hâsılı rûhî, zihnî tarafını büyük ölçüde kaybetmiş durumda. Görgü
ve bilgi arttırmak, farklı kültürleri tanıyarak kendi farkındalığını ve zenginliğini arttırmak gibi romantik, büyülü iddialar marjinalleşti.
Turizm başlı başına bir
aşırılık fenomenidir
artık. İnsanların bir veyâ birkaç haftalığına
kendisini kaybedeceği, varlığını salarak veyâ dağıtarak çeşitli fanteziler yaşayacağı, bastırdıklarını tahliye edeceği
bir tecrübe. Bu da onun tahribatlarını ve artıklarını ziyâdeleştiriyor. Her turizm hamlesi, Türkiye’deki çok düşündürücü ölçülerde olduğu üzere, şu veyâ bu ölçüde
tabiatı ve onun civârında geleneklerle örülmüş olan hayât tarzlarını
zâten tahrip eder.Turizmin de bir kültürü elbette vardır. Ama bu kültür hormonludur ve geleneklerin inşâ ettiği sâhici organik kültüre karşı çalışır. Turizmin üretimi bizâtihî tahripkârdır. Ama tüketimi ondan daha fazla öyledir.
Bacasız sanâyi
yakıştırması biraz da bu tahribatları gizlemek için olsa gerekir. Öyle bile olsa, artık bu bacanın tıkanıp geri tepmelerinin yaşandığı bir evreye gidiyoruz.
#Toplum
#Süleyman Seyfi Öğün
#Turizm