Bir rüya

04:0025/10/2025, Cumartesi
G: 25/10/2025, Cumartesi
Taha Kılınç

İstanbul’un Üsküdar muhitinde “Özbekler Tekkesi” nâmında tarihî bir mekân vardır. 1700’lerin ortasında inşa edilen bu devasa konağın esas işlevi, hac yolculukları sırasında İstanbul’a uğrayan Orta Asyalı Müslümanları ağırlamaktır. Cümlenin tam burasında, azıcık harita ve coğrafya bilen herkesin aklına şu sorunun gelmesi gayet doğal: “İstanbul, Orta Asyalıların hac güzergâhı üzerinde miydi?” Gerçekten de istikametler ve rotalar açısından bakıldığında, İstanbul’un örneğin Buhara-Hicaz hattında “yol

İstanbul’un Üsküdar muhitinde “Özbekler Tekkesi” nâmında tarihî bir mekân vardır. 1700’lerin ortasında inşa edilen bu devasa konağın esas işlevi, hac yolculukları sırasında İstanbul’a uğrayan Orta Asyalı Müslümanları ağırlamaktır. Cümlenin tam burasında, azıcık harita ve coğrafya bilen herkesin aklına şu sorunun gelmesi gayet doğal: “İstanbul, Orta Asyalıların hac güzergâhı üzerinde miydi?” Gerçekten de istikametler ve rotalar açısından bakıldığında, İstanbul’un örneğin Buhara-Hicaz hattında “yol üzerindeyken uğranacak” bir noktada bulunmadığı görülür. Fakat bu, bizim bugünkü mevcut algımıza göre böyledir. Klasik dönemde, Orta Asya ve Türkistan mıntıkasından yola çıkan Müslümanlar için, İstanbul, Hicaz’a giden menziller üzerinde, hatta bu menzillerin odak noktasında idi.

Buhara, Semerkand veya Taşkent’ten yola koyulacağınızda, aslında Hindistan’a doğru dönüp Karaçi veya Bombay Limanı’ndan bir gemiye binerek doğrudan Cidde Limanı’na yelken açmak da mümkündü. Hint Okyanusu’nda Umman-Yemen sahillerinden ilerleyerek Kızıldeniz’e girdikten sonra, artık Hicaz kıyılarına erişilirdi. Ancak Orta Asyalı hacı adayları başka bir rotayı bilhassa takip ediyordu:

Önce kuzeybatıya yönelerek bugünkü Kazakistan topraklarından geçip Kırım’a geliyorlar, Sivastopol’dan bindikleri bir gemiyle Karadeniz’i aşıp İstanbul’a varıyorlardı. İşte Özbekler Tekkesi, İstanbul’daki ikametleri sırasında onları ağırlayan mekânlardan biri olmak üzere kurulmuştu. İstanbul’da başta Eyüp Sultan olmak üzere önemli ziyaretler gerçekleştirildikten sonra, hacı kafilesi önce Bursa’ya, ardından Konya’ya uğruyor; daha sonra Urfa’da Halilurrahman Külliyesi’ni, Antakya’da Habîbu’n-Neccâr’ı ziyaret ederek Halep’e doğru yola revan oluyordu. Bazı rotalarda, duraklara Bağdat da ekleniyor, orada İmam Ebû Hanîfe ve Cüneyd-i Bağdâdî gibi zevata Fâtihalar okunduktan sonra Şam’a geliniyordu. Şam’daki konaklama şehrin derinliği mesabesinde biraz daha uzun sürüyordu. Kafile güneyde Busrâ kasabasında Hz. Peygamber’in çocukken amcasıyla gelişi sırasında ayak bastığı Rahip Bahira Manastırı’nın kalıntılarını görüyor, sonrasında Kudüs’e geçiyordu. Bir diğer Özbekler Tekkesi de Kudüs’te mevcuttu. Kudüs’teki Afganlar Tekkesi ve Hintler Tekkesi de keza aynı amaçla, Asyalı hacıları ve yolcuları ağırlamak üzere tesis olunmuştu. Kudüs’ten bugünkü Ürdün’e hareket eden kafilemiz, Tebük’ten güneye iniyor, önce Medine-i Münevvere’ye, akabinde de Mekke-i Mükerreme’ye vâsıl oluyordu.

Bu uzun ve zahmetli güzergâhı takip ederek haccını tamamlayan bir Orta Asyalı Müslüman, nice aylar süren seyahatinden memleketine döndüğünde, İslâm’ın ana merkeziyle ve İslâm tarihinin bütün kahramanlarıyla mülaki olmuş oluyor, kendisini yeniliyor, aklını ve kalbini donatarak Buhara’sına, Semerkand’ına kavuşuyordu. Gözlerinizi kapatın ve böylesine semereli bir seyahatin inşa edeceği İslâm insanının kalitesini tahayyül etmeye çalışın.

Geçtiğimiz haftalarda gerçekleştirdiğimiz Suriye seyahatimiz sırasında, Hicaz Demiryolu’nun duraklarından birinin bulunduğu Der’â şehrine uğramıştık. İstasyon, savaş sebebiyle harabeye dönmüştü, ama ana binanın cephe duvarında Arapça-Osmanlıca “Der’â” yazısı okunuyordu. Hemen yanındaki bir başka bina, “Ürdün’e gidecek yolcuların aktarma alanı”ydı. Binalar kullanılamaz halde olsa da demiryolunun rayları yerli yerindeydi. Herhalde Osmanlı’dan kalma malzemelerdi bunlar. Seyahatimizden kısa bir süre önce Türkiye, Suriye ve Ürdün yetkili makamları arasında bir anlaşma imzalanmış, Hicaz Demiryolu’nun yeniden ihya edileceği ve karayoluyla Hicaz’a gidilebileceği açıklanmıştı. Hatta demiryolu hattı işlerlik kazandığında rotada nerelerin olacağına dair bir harita da basınla paylaşılmıştı.

Der’â’da harabelerin içinde yürürken, gözlerimi kapattım ve İstanbul’dan yola çıkan bir hacı adayının Hicaz Demiryolu hattının durakları boyunca karşılaşacağı tarihî ve manevî hazineleri tahayyül etmeye çalıştım. Beldelerimiz bir zincirin halkaları gibi birbirine zaten sımsıkı bağlıydı. Şimdi bir de böyle bir irtibat kuracak, zenginleşecek ve donanacaktık. Asyalı hacıların nice zahmetle hikmeti ve irfanı aradığı bir coğrafyada, onların izlerini takip edecektik.

Öyle bir rüya ki bu, gerçekleşmesi için her şeyi yapmaya değer.

#Aktüel
#Hayat
#Tarih
#Taha Kılınç