Yitik hazine

04:0028/06/2025, Cumartesi
G: 28/06/2025, Cumartesi
Taha Kılınç

Türkiye’de cumhuriyetin ilânından sonra gerçekleşen en acı hadiselerden biri, 1931 yılında Osmanlı Türkçesi, Arapça ve Farsça yaklaşık 30-50 ton arası değerli belgenin “kâğıt hamuru olarak kullanılmak üzere” Bulgaristan’a satılmasıdır. Hadisenin detayları, baştan aşağı absürtlüklerle ve inanılması güç ihmallerle doludur: Osmanlı İmparatorluğu’nun hâkim olduğu geniş coğrafyanın çok farklı köşeleriyle alakalı askerî, malî, siyasî, hukukî ve edebî belgelerden oluşan arşiv, Sofya’da faaliyet gösteren

Türkiye’de cumhuriyetin ilânından sonra gerçekleşen en acı hadiselerden biri, 1931 yılında Osmanlı Türkçesi, Arapça ve Farsça yaklaşık 30-50 ton arası değerli belgenin “kâğıt hamuru olarak kullanılmak üzere” Bulgaristan’a satılmasıdır. Hadisenin detayları, baştan aşağı absürtlüklerle ve inanılması güç ihmallerle doludur:

Osmanlı İmparatorluğu’nun hâkim olduğu geniş coğrafyanın çok farklı köşeleriyle alakalı askerî, malî, siyasî, hukukî ve edebî belgelerden oluşan arşiv, Sofya’da faaliyet gösteren bir kâğıt fabrikasının İsviçre asıllı Ermeni sahibi Berger ailesi tarafından “okkası üç kuruş on paraya” satın alınmıştı. İstanbul Sultanahmet’teki Osmanlı Arşivi binasından balyalar halinde çıkarılan belgeler, Sirkeci’den vagonlara yüklenerek trenle Bulgaristan’a nakledildi.

İşlenen bu korkunç cinayetten, ilk kez Son Posta gazetesi yazarı İbrahim Hakkı Konyalı haberdar oldu. Belgelerin bir kısmı, tren istasyonuna taşınma sırasında yollara saçılmış ve eskici çocukların eline düşmüştü.

Konyalı, 4 Haziran 1931 tarihli makalesinde, arşiv binasında gördüklerini şöyle anlatıyordu:

“Oradaki koridor, harman halinde dökülmüş kâğıtlarla doluydu. Çemberliyorlardı. Arkada yüzlerce torba kâğıt yığılmıştı. O suretle ki, içeri girmek mümkün değildi. Evvela Bekir Ağa (oradaki hademe) bu torbaların üzerine çıktı ve elimden tutarak beni yukarı çekti. Bu kısımda birçok kıymetli vesikalar, defterler göze çarpıyordu. Burasını gözden geçirdikten sonra, sıra aşağı kata geldi. Burada lâlettayin aldığım kâğıtların içinde altın yaldızlı mecmua parçaları, Silistre, Varna, Tuna vilayetlerine dair kalelerin tamirine, zeamet, timar vesikalarına, ulufenamelere, mutfak masraflarına, vakıflara ait birçok tarihî mülknameler vardı. Bunlar değersiz kâğıt parçaları değil, on binlerce kuruş ve lira sarfıyla bile yerlerine konması mümkün olmayan vesikalardı.”

Konuyla yakından ilgilenen bir diğer isim, Muallim Cevdet, dönemin başvekili İsmet İnönü’ye yazdığı mektupta, yolda bulunup sokak çocukları tarafından tesadüfen kendisine satılan birkaç belgenin muhtevasına dair şu kıymetli ayrıntıları veriyordu:

“1) Üç yüz elli sene evvelki bir askerî vesika: 1096-1099-1101 senesi Viyana seferine dair parçalanmış yol mesârifi defteri. Bundan hangi tarih kitabı bahseder? 2) Uygurca anahtarı: Şimdiye kadar bir Türk âliminin Uygurca metinleri halle yarayacak bir anahtar yaptığı meçhul idi. İşte bu vesika, bu müşkili hallediyor. Bu, nasıl satılır? 3) Sırbistan’da ilk fethettiğimiz Niş kalesine dair kayıtlar, 4) Gazi Mihal evlâdının Plevne’deki vakfına ait bir kayıt, 5) 1134 senesine ait ve Hatice Sultan’ın mührüyle defterdarlığa gönderilen fevkalade mühim bir mutfak defteri, 6) Şeyh Gâlib’in evlatlarına verilen bir ferman… Paşam, elime geçen vesikaların yalnız unvanları bile hamiyetli yüreğinizi tutuşturmağa kâfidir!”

Gazetelerde başka yazılar da çıkıp ortalık ayağa kalkınca, İnönü hükümeti bilahare diplomatik girişimlerde bulunmak zorunda kaldı. Belgelerin sadece küçük bir kısmı geri alınabildi. Zira aynı dönemde Türk basınında çıkan tartışmaları yakından takip eden Bulgar hükümeti de arşivin kıymetini fark etmiş, “kâğıt hamuru” olarak gelen belgelere el koyarak hepsinin millî arşivin kayıtlarına girmesini sağlamıştı. 1931’deki bu cinayet sebebiyle, bugün bile hâlâ İstanbul ve Kahire’den sonra en kapsamlı Osmanlı arşiv belgeleri Sofya’da bulunuyor.

Geçtiğimiz cuma (20 Haziran 2025), Sofya’ya yaptığım ziyaret sırasında, Bulgaristan Millî Kütüphanesi’nin tarihî binasında bu olağanüstü kıymetli belgelerin bir kısmını görme imkânı buldum. Aradan geçen neredeyse bir asırlık zaman zarfında, henüz arşivin sadece ana bölümleri ismen tasnif edilmiş. İçerik olarak keşfedilmeyi, okunmayı ve çalışılmayı bekleyen sayısız vesika var. Kütüphane görevlilerinin “paylaşılmaması ricasıyla” çekmeme müsaade ettikleri fotoğraflarla, korunaklı salonlardaki uzun koridorlar boyunca sıralanan bu yitik hazineyi en azından kendi şahsî arşivim için kayıt altına alabildim.

Belge ve koleksiyonlar hakkında sunum yapan Bulgar uzmanın şu cümlesi, özellikle aklımda kaldı: “Osmanlı İmparatorluğu bir kayıt, nizam ve bürokrasi devletiydi. Hiçbir ayrıntı ihmal edilmemiş, her şey yazılıp kaydedilmişti.” Sözüne delil olarak da, 1700’lerde Girit’te tutulan bir vergi defterindeki ayrıntıları gösterdi. Defteri masanın üzerinde gözlerimizle görmek heyecan vericiydi. Ah bir de o defterin buraya nasıl geldiğini bilmemiş olsaydık…

#Tarih
#Aktüel
#Taha Kılınç