İslamcı beden siyaseti: İktidardan muhalefete, Osmanlıdan Cumhuriyete

04:0026/05/2025, Pazartesi
G: 26/05/2025, Pazartesi
Yasin Aktay

İslam Birliğinin aynı zamanda Osmanlının siyasal bedeninin bütünlüğünü korumanın kaçınılmaz bir yolu olması dolayısıyla İttihat iddiasındaki İttihat ve Terakki Partisinin İslamcı olmayan unsurları bile bu temaya uzak değillerdi. Ancak bu ittihadın kapsamı ve idealleri veya uygulanan siyasi pratikleri konusunda ayrışıyor olduklarını söyledik. Özellikle İttihat ve Terakki içindeki Türkçü unsurlar daha bu aşamalarda Osmanlı’nın bütün Müslümanları temsil yerine kendi kabuğuna çekilip sadece Türkleri,

İslam Birliğinin aynı zamanda Osmanlının siyasal bedeninin bütünlüğünü korumanın kaçınılmaz bir yolu olması dolayısıyla İttihat iddiasındaki İttihat ve Terakki Partisinin İslamcı olmayan unsurları bile bu temaya uzak değillerdi. Ancak bu ittihadın kapsamı ve idealleri veya uygulanan siyasi pratikleri konusunda ayrışıyor olduklarını söyledik.
Özellikle İttihat ve Terakki içindeki Türkçü unsurlar daha bu aşamalarda Osmanlı’nın bütün Müslümanları temsil yerine kendi kabuğuna çekilip sadece Türkleri, hem de Anadolu’daki Türkleri temsil etmekle yetinmesi gerektiğini, bunun da bu siyasal bedeni korumanın tek yolu olacağı düşüncesine ram olmuşlardı.
Sonradan
memleket evlatlarını Arap çöllerinde heder olmaktan kurtulma fikrini telkin eden düşünce aslında beka için küçülmeyi öngörüyordu.
Bedenin maruz kaldığı tehdide karşı koymamın bu cüsse ile mümkün olamayacağı için
küçülerek ve çekilerek var kalma fikri Türkçülük akımının içine ta bu zamanlarda girmiştir.
Ancak İttihat ve Terakki bile sadece Türkçülerden oluşmuyor.
Kendi içinde siyasal bedenin iyileşmesi ve ayakta kalması için farklı tedavi programları önerenlerin rekabetine açıktı.
İslamcılar açısından birliği tehdit etmekte olan dış saldırılar kadar bu tehditlere maruz kalan veya karşı koyamayan iç sorunlar-hastalıklar-enfeksiyonlar da baş edilmesi gereken sorunlardı:
Bidatler, hurafeler, İslam-dışı gelenekler, cehalet, taassup, fikri donukluk, miskinlik ve tembellik
ve belki siyasal olarak en önemlisi
istibdat
.
O yüzden İslamcılık olarak ortaya çıkan düşünce ve siyasetin tek vurgusu ve hassasiyeti yabancı düşmana karşı savunma değil,
aynı zamanda İslam’ın içindeki bozulmaya karşı bir ıslahat, bir tecdit
olmuştur.
Mehmet Akif
’in eserlerinde Batı emperyalizmine karşı hasmane söylemden belki daha güçlüsü İslam’ı kendi içinde kemiren bidat ve hurafelere karşı söylemidir. İlham doğrudan doğruya Kur’an’dan alınacak ve
asrın idrakine İslam
söyletilecekti.
Bunun anlamı İslamcılık emperyalizme karşı bir savunma tepkisi olduğu kadar içte de yozlaşmaya, tahrife karşı bir ıslah ve tecdit programını gerektirmesiydi.
Bu boyutuyla bakıldığında İslamcılık tarih boyunca ortaya çıkmış
bütün ihya hareketleriyle bir süreklilik arz etmektedir.
Bu, İslamcılığı birçok tanımının yaptığı gibi sadece on dokuzuncu yüzyılda ortaya çıkmış türedi bir ideolojik harekete indirgemeye karşı çok önemli ve güçlü bir gerçektir. İslamcılık olarak ortaya çıkan hareket aslında bir bakıma kendinin farkına varma sürecidir. Belki
Marksizmin kendi-için sınıf
ve
kendinde sınıf
ayırımında olduğu gibi,
Müslümanlığının bilincinde olan kişiye atfedilebilecek bir özellik olarak ortaya çıkar İslamcılık.
Bu dönemde gerek
Sebilürreşad
gerekse
Beyanu’l-Hak
çevrelerinde İslami siyaset adına ortaya çıkan ortak vurgunun İslam Birliği olduğunu söyleyebiliriz. Ancak diğer önemli vurgu da İslam’ın sahih anlayışına dönüşe, kitabiliğe, akla, ilme, iradeye, çalışmaya ve meşverete yapılan vurgu olduğunu kaydetmek lazım.
Bu değerler tarihsel bir süreklilik içinde görülebilecek İslamcılığın en ayırt edici özellikleridir.
Ancak bu değerler içinde İslamcılığın en önemli vurgularından birinin istibdada karşı
meşvereti
ve
içtihadı
önplana çıkarmasının ayrı bir tarihsel önemi ve trajik paradoksu içerdiğini de kaydetmeliyiz.
Meşverete, şuraya yapılan vurgu dönemde II. Abdülhamid’in temsil etmekte olduğu Hilafet ve saltanat makamına yönelik bir eleştiri de içermektedir.
Bu da aslında her ne kadar İslamcıların İslam Birliğini önemseseler de bunun onları mevcut uygulamaya karşı eleştirellikten alıkoymadığını da gösteriyor. Hilafetin Osmanlı’da pragmatik siyasi amaçlarla kullanılıyor olduğu ve II. Abdülhamit tarafından istibdadına alet olarak kullanılıyor olduğu düşüncesi İslamcıların da çok rağbet ettiği bir düşünce olarak önemli bir edebiyat ortaya koymuştur.
Ancak, kuşkusuz bu eleştiriler Hilafetin ilgasını değil olsa olsa ıslahını talep edecek, onu meşveret çizgisine çekecek veya en kötü ihtimalle başka türlü yapılandırmaya davet eden bir istikamettedir.
Bu eleştirilerde dile gelen argümanların bir kısmının sonradan hilafetin ilgasında bağlamlarından koparılarak bir bahane olarak kullanılmış olması çok trajik olmuştur.
Osmanlı’nın bu İslamcı siyasetinden Cumhuriyete devreden mirasın bir kısmının laikleştirme, Hilafetin ilgasında ve yozlaşmış dine karşı mücadele adına bütün İslam’a karşı savaşta Batıcı siyaset tarafından kullanılmış olması bu trajedinin bir devamıdır.
Cumhuriyet döneminde Hilafetin kaldırılmasıyla birlikte sadece Türkiye Müslümanları değil, bütün dünya Müslümanları başsız ve bedensiz kalmıştır. Bu durum İslam tarihinde ilk defa deneyimlenen bir durum olmuştur. O yüzden bu başsız-bedensiz durumda hayatta kalan, Osmanlı’dan devrolunan İslamcı temalar da bir bütünlükten,
bir siyasal temsilden mahrum olarak tamamen sivil halk hareketleri düzeyinde kalmıştır.
Ümmet fikri en asgari düzeyde bile kılınan her namazın bütün anlamlarında içkin olarak bütün dünya Müslümanları birbirleriyle manevi ve dini anlamda bağlamaya devam eder.
Belki Osmanlı İslamcılığı ile Osmanlı sonrası İslamcılığı arasındaki en temel fark, beden siyasetinin diliyle söylemek gerekirse, birincisinde İslamcılık hayatta kalmaya çalışan ve bunun için tehditlerle baş etmenin yollarını arayan bir bedenin siyasetidir; ikincisinde ise
İslamcılık öldürülmüş bir siyasal bedenin halklar
(bu halklar kimlerdir, nasıl oluşuyor, nerelerde teşekkül ediyor ayrıca tartışmak gerekiyor)
nezdinde tekrar canlanmaya, hayat kazanmaya çalışan diriliş mücadelesidir. Yani öncekinde bir bakıma iktidar refleksi iken ikincisinde tamamen bir sivil halk muhalefet hareketidir.
Halifeliğin ilgasının ve
halife-sonrası durumun aynı zamanda Müslümanların maruz kaldıkları ve fiilen hala bütün etkileri devam eden bir işgal sömürgecilik durumu olduğu
kaydedilmelidir. Bugün hala Halifeliğin kaldırılmasıyla kurulmuş bütün devletlerde bu işgal ve sömürgeciliğin etkisinin devam ediyor olduğu gerçeğiyle baş başayız. O yüzden Cumhuriyet dönemi sadece Türkiye’de değil bütün dünyada İslamcılık olarak ortaya çıkan hareketlerin en önemli vurgusu dolaylı veya dolaysız işgal ve sömürgeciliğe bir direniş veya muhalefet olmuş ve olmaktadır. Ama bu hareket aynı zamanda Osmanlı veya önceki İslamcılıktan
aklilik, kitabilik, ilmilik, irade, meşveret
gibi değerleri miras almıştır.
Zaten bu değerler tarihsel bir süreklilik içindeki bu ihya hareketlerinin olmazsa olmaz değerleridir.
Cumhuriyet döneminde Hilafetin kaldırılmasıyla birlikte İslami siyasal beden çözülmüş onun hayat sürdüğü organlar üzerinde Batıcı, Kemalist bir başka siyasal beden organize edilmiştir.
Bu bedenin kendini var edebilmesi bireysel bedenler üzerindeki sembolik mevcudiyetlerle gösterilmeye çalışılmıştır. Şapka bu yeni bedenlenmeyi gösteren en önemli sembol olmuştur. Bunu giymeye karşı gösterilen direncin İslami anlamı küçümsenemez. Bu siyasal bedenin hakimiyetine karşı sergilenen
4 farklı direniş biçimi
Osmanlıdan gelen 4 farklı sembolik isimde örneklenmiştir:
İskilipli Atıf Hoca, Mehmet Akif Ersoy, Elmalılı Hamdi Yazır ve Said Nursi
. Bu örneklerin her birinin ayrı bir eylem ve siyasal varoluş biçimi üzerinde durulduğunda aynı zamanda sonraki siyasal çeşitlenme de daha iyi anlaşılabilir.
#İslamcılık
#siyaset
#Yasin Aktay