Cennetin anahtarı: Namaz

04:003/04/2025, Perşembe
G: 3/04/2025, Perşembe
Yeni Şafak
Fotoğraf: Arşiv
Fotoğraf: Arşiv

Ahsen İlhan - Sanat Tarihçisi, Yazar

Kutlu hengâm Ramazan sona erdi. Kulluk mücadelesi fasılasız devam ediyor. Vadedilen bir cennet, namütenahi aranan bir huzur ilikli kalpgâhımızda. İnsan, bir ömre sığmayacak arayışı ömrün bitiminde bulabilmek için şimdi, hâlâ ciğerlere oksijen doldururken, iz bırakmalı kâinata. Çünkü iz bırakmak, mühürlemektir. İz bırakmak, cennet yolculuğunun rotası, Cemalullah ümidi ve uhrevi bir hazırlıktır. Dönüşsüz bir gidiş varsa ukbaya, hazırladığımız bavul da o kıymette, istikamet boyunca bıraktığımız izler de yolun manasıyla ahenkli bir derinlikte olmalı.

Ne var ki bu hazırlık, lalettayin bir gidişte, kervansız ve yalın ayak yolcuların el bavulu kıymetinden fazlasına muhtaç. Bu, aklın ruhtan emir aldığı bir merhale. Tüm hayatî ve uhrevî bileşenleri, kimyevî bir sentezle harmanlar gibi birbirine yedirmeli. ‘İnsan’ terkibinde bulunması gereken ulvî bileşenleri bir bir tespit etmeli. Peki, insanı tekmil bir vücut olarak yeniden tesis eden, yatağında çürümüş bir maden gibi âtıl bırakılmış unsurları bütünleyip anlam kaymalarını ikame eden bir pusula yok mudur? Bu cennet yolculuğunda bizi anlamla cem edecek bütün güzergâhlar belirli, duraklar emin. Mühim olan, aranan huzura, düşlenen saadete götürecek kervanı tespit etmek ve yol boyunca heybeyi doldurabildiğimiz raddede doldurmak. O hâlde kaldığı yerden başlasın yolculuk…


CENNETİN KAPILARI ARALANSIN

Sahi, nerede kalmıştık? Hangi yeiste, hangi hüzünde, hangi yitik yollarda yönünü şaşırdın? Hangi gürültüde ilahî fısıltıların sesini bastırdın? Hangi kırgınlıkta sırat-ı müstakimi yitirdin? Hâlâ göz görüyorsa renklerin cümbüşünü ve hâlâ duyuyorsan rüzgârın uğultulu öğüdünü, hâlâ sıcak kanın deveranı ısıtıyorsa şah damarını, mühlet vardır. Hem ‘geç kalmalar’ dünyalık telaşların paragraflarına yamansın, biz tam vaktindeyiz sırat-ı müstakimin.

Bir iz bırakalım şu yerküreye. Öyle bir iz olsun ki; baş toprağa düştüğünde toprak izden bizi tanısın. Yol aldıkça hafiflesin gam bavulları. Ahiret heybesi cennetlik azıklarla dolsun. Elimizde bir miftah olsun ki cennetin kapıları aralansın. Aslında aramaya lüzum yok. Şöyle buyuruyor Peygamberlerin Efendisi (sav): Cennetin anahtarı namazdır.

Her ihtimalde baş düşecek toprağa. O visal vaktinde, toprakla tanışmamış başların derdi dünyadan büyük, gamı kabirden ağır, nedameti ömürden uzun sürecek. Alınyazına Allah’ın kulu yazdırmanın ilk safhası, toprağa düşmeden evvel başı secdeye kavuşturmak. Yoksa şöyle buyurur muydu Celle Celaluhu:

Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin ve rukû edenlerle beraber siz de rukû edin. (Bakara, 43.)

İbadetlerin şahı namaz, bir yandan da kulun Rabbine aşkının tezahürü olmalı ki Bakara Suresi 45. Ayette kalbi ürperenlerin makamı bildirilmiş:

Sabır ve namazla Allah’tan yardım isteyin. Doğrusu namaz çok ağır ve çetin bir iştir. Ancak o, Allah’a duyduğu derin saygıdan kalbi ürperenlere ağır gelmez.


NEFSİ YERE SERMEK

Hiç mi kirlenmedi ruhumuz, hiç mi toz tutmadı fıtratın sadeliği, hiç mi kararmadı kalpler? Hz. Mevlânâ da namazın bir âb-ı hayat olduğunu şöyle duyurmuş, duymak isteyenlere: Namaz, ruhu kirlerden arındıran bir pınardır. Günde beş kez o pınara dalan, nasıl temiz kalmaz? Abdülkadir Geylanî de gönlün cilası olarak ifade eder bu kalbî ibadeti. Kalbîdir; çünkü secde başı yere koymak değil, kalbi Allah’a vermektir. Gönlü kaplayan küfleri çözündüren ciladır namaz. Tasavvufta secdeye varış, bir teslimiyet alemidir. Hz. Mevlânâ kulun yücelmesinin tarifini verirken secdeye işaret eder ve bu teslimiyet şuurunu ‘nefsi yere sermek’ teşbihiyle vurgular. Şeytanî kibirse Allah karşısında şu âciz başı dik tutan, panzehrini bulmak lazım. Secdeye yüz sürmek, nefsi ifrata sürükleyen kibri bir pehlivan gibi yere sermek değil midir? Şeyh Edebali “Secdede başını yere koydun ama gönlün neredeydi?” diye boşuna sormuyor sufîye. Bu ibadetin zamandan ve mekândan sıyrılan bir ruh hürriyeti olduğunu, insanın daracık bir seccade üzerinden miraca yükselir gibi Allah’a yöneldiğini idrake davet ediyor. Hayatı bir tükeniş öyküsünden azat edip izzete, tekâmüle, irtifaya kavuşturmak lazım. İnsan, bir et ve kemik yığını değil ki bu sevgiden mahrum yaşayıp gitsin. İlahî sevgiyi yudum yudum içmek gerek. O son viraja girmeden, o son “eyvah”ı demeden evvel, toprağa bir iz bırakmak, Âlemlerin Rabbi’ne “Ben senin kulunum” diye haykırmak lazım. Aşkla secdeye sığınmadan yolun, gidişin ve varışın imkânı yok.

Ama ne demiştik? Geç kalmalar son nefeslerin nedametine düşsün, sevgisizlikten kurumuş pınarların mecralarına aksın, kibirle kararan ruhların bataklığında gezsin. Biz geç kalmaların değil, sırat-ı müstakimin müjdesindeyiz. Öyleyse başlar secdelere emanet!


#cennet
#namaz
#İslam