Ürdün’e ilk gidişim. Wadi Rum Çölü’ne de. Yine fotoğraflardan gördüğüm, beklentimi yükseltmemeye çalışsam da beni şaşırtacağını bildiğim bir coğrafyaya gidiyorum. Ürdün’deki dördüncü günümde güneye inerken değişen renkler, yol kenarlarında zaman zaman gördüğüm kanyon ağızları, geniş kızıl ovalara benzeyen düzlükler, sessizlik beni Wadi Rum deneyimine hazırlıyor gibi.
Wadi Rum’ın girişindeki ziyaretçi merkezine aracımı bırakıp çölde kalacağım yerin görevlileriyle buluşuyorum. Akşamüstü saatleri, Nisan sonu. Bir gece kalacağım için yanıma bir sırt çantası alıp beni bekleyen jipe biniyorum. Jipin arka kısmı açık ve karşılıklı dört kişilik minderli oturma sıraları yapılmış. Beni karşılayan bedevilerin başlarında puşiler sarılı, jipe oturur oturmaz puşilerini sadece gözlerini açıkta bırakacak şekilde tekrar sarıyorlar ve hareket ediyoruz. Bedevilerin neden böyle yaptıklarını anlamam uzun sürmüyor. Çölün içlerine girdikçe göz alabildiğine kızıl kumlar, kızıl kum tepeleri, kızıl kayalıkların olduğu başka tepeler var. Manzarayı zaman zaman değiştiren tek şey kızıl düzlüklerin içindeki küme küme siyah Bedevi çadırları. İlerledikçe, jip sarsıldıkça kalkan kumlar gözlerimi yakıyor başörtümle yüzümü iyice sarıp, manzaranın bir anını bile kaçırmamaya çalışıyorum. Kalacağım çadırların olduğu yere vardığımızda gülümseyerek hoş geldiniz diyen başka Bedevi görevliler sarıyor etrafımı. Çantanızı bırakıp gün batımını izlemeye koşun, çadırınızı ve etrafı sonra gösterelim diyorlar. Dedikleri gibi yapıyorum, benimle eş zamanlı farklı jiplerde gelen herkes görevlinin işaret ettiği kızıl bir tepeye doğru koşuyor. Onlarca insan kumların üzerinde gülerek aynı yere koşuyor olması. sonradan düşününce komik gelse de o sırada sorgulamıyorum. Sandaletlerimi elime alıp ben de koşmaya başlıyorum. Kum tepesine tırmanmak kolay değil ama eğlenceli. Kelimenin tam anlamıyla düşe kalka çıktığım tepede durup etrafıma bakınca gülüşüm kesiliyor, nutkum tutuluyor. Benimle birlikte çıkanlar da sessiz. O an, şahit olduğumuz şeyi bozmama çabasındayız hep birlikte. Yerin kızılı, göğün kızılı, güneşin kızılı, her biri ayrı kırmızılar, ilahi tuvalden çıkan renkler birbirine değmeden duruyor gibi..Şükretme isteği, ağlama isteği, oturup o hisleri hemen yazma isteği, hepsi birbirine karışıyor. En çok da zihnimin susmasını istiyorum. Dışarıdaki sesler kadar içimdekilerin de kesilmesini. Gün batıyor, ayağımın altındaki kızıl kumların sıcaklığı çekilip üşümeye başlayana kadar o tepede oturuyorum. Artık gökte binlerce yıldız var, etraf zifiri karanlık. Yıldızlara birazdan geleceğim deyip çadırların olduğu yere iniyorum.
Bedevi görevliler çadırımı gösteriyorlar. Siyah kalın kıl kumaşlarla örtülü, geniş bir odadayım. İçerideki yataklarda anneannemin ağır işlemeli yorganlarına benzeyen yorganlar onların üzerinde de battaniyeler var. Hem başka bir gezegene inmişim , hem de tanıdık, güvenli bir yerdeyim hissi. Wadi Rum seni çok sevdim diyorum içimden.
Akşam yemeği, sonraki gelişlerimde de anladığım üzere turistik bir seremoni şeklinde hazırlanıyor burada. Yemek öncesi, izlemek isteyenlere yemeğin kumdan çıkarılacağını haber veriyorlar. Kenarda bir görevli bedevilerin kemençeye benzeyen rebab isimli çalgısıyla neşeli melodiler çalarken, iki üç görevli de ortadaki kum öbeğini açmaya başlıyor ellerindeki küreklerle. Yavaş yavaş kocaman bakır bir kazan beliriyor, kapağını açınca içerisinden üç katlı, bir katında etli, bir katında tavuklu, diğerinde de sebzeli bir yemek bulunan bir servis tenceresi çıkıyor ortaya. Izleyenler alkışlıyor. Bedeviler, her gün tekrarladıkları bu şovun, her gün aynı coşkulu tezahüratları almasından memnun. Yemek çadırına davet ediliyoruz. Açık büfede az önce kumdan çıkarılışını izlediğimiz yemeklerin yanısıra humus, mutebbel, tabule gibi buraya özgü mezeler ve tatlılar var. Hepsi lezzetli. Yemekten sonra üzerime kalın bir şeyler giyip dışarıdaki minderlere oturuyorum. Birinin telefonundaki gökyüzü uygulamasından tek tek yıldızların isimlerini sayıyoruz. Arka planda rebab tınısı var hep. Gökyüzü ışıl ışıl. Sabah gün doğumunu ileride görünen daha yüksek bir tepeden izlemeye karar veriyorum. Bedevi görevliler tepeye çıkmanın zor olduğunu, yine de istersem tepeye kadar develerle gidebileceğimi söylüyorlar. Yürümek istiyorum. Gökyüzünü, yıldızları bırakmak zor. Sabah erkenden kalkmam gerektiği için istemeyerek de olsa çadırıma gidiyorum. Çadır serin ama anneanne yorganları sıcacık ve rahat bir uyku uyumam için yeterli oluyor.
Sabah erkenden uyanıyorum. Benimle birlikte gün doğumunu izlemek için uyananlarla birlikte yaklaşık iki kilometre mesafedeki tepeye yürüyorum. Gün doğumunu bu kez daha yüksekten, henüz ısınmamış kumların üzerinde ve aynı hislerle izliyorum. O akşamüstü çölden ayrılacak olmanın güznü yerleşiyor içime.
Kahvaltı yine açık büfe ve hem paketli ürünler hem de yine buraya özgü kahvaltılıklar mevcut. Çaylar yine nane çayı ve çok şekerli, şekersiz dediğinizde de az şekerli servis ediliyor. Buna alıştım, gülümsüyorum. Kahvaltının ardından jiplerin arkasına dörderli gruplar halinde oturup safariye çıkıyoruz. Safariyi 2, 4, 6 saatlik ya da tam günlük seçmek mümkün. Benim seçtiğim safari 6 saatlik. Nasıl geçtiğini anlamadığım bir altı saat geçiriyorum. Zaten sevdiğim ve o ana kadar gördüklerimle ayrılsam da yeter diye düşündüğüm çöl beni şaşırtmaya devam ediyor. Önce Lawrence Spring’e uğruyoruz.
* Lawrence Spring (Lawrence Kaynağı): Burası Wadi Rum’un giriş noktasına yakın konumda yer alan bir su kaynağı. Su etrafını hemen yeşillendirmiş. Buraya tırmanmak çok kolay değil ama tırmanış sonundaki manzara oldukça güzel.
* Red Sand Dune (Kızıl Kum Tepesi): Kızılın içinde daha da kızılı gördüğüm, ayaklarım yanarak, sürekli kuma gömülüp ayağa kalkarak tırmandığım, aşağıya kayarak inerken eğlendiğim, mutlaka görün diyeceğim bu tepe, çocuklu ailelerin de en çok eğlendiği yerlerden biri.
* Khazali Kanyonu: Burası dar ve küçük bir kanyon. Üzerinde Nebati döneminden yazıtların olduğu iç duvarların arasında yürümek kalabalıktan ve ayağınızı bastığınız yerler kayabildiği için kolay olmasa da hem serinliği hem de kıvrımlı kızıl kayaların içinde olma hissinden ötürü bence yapılmalı.
* Little Bridge (Küçük Köprü): Wadi Rum’da kemer şeklindeki kaya köprülerden birisi Little Bridge. Bana kalırsa safariye sırf bu köprülere tırmanmak, buraların üzerinde poz verme heyecanını yaşamak ve için katılmaya değer. Bu köprülerin üzerinden etrafa bakarken Wadi Rum’a neden Mars dendiğini, ya da en azından başka bir gezegene benzetildiğini daha iyi anlıyorsunuz.
Little Bridge dışında, Um Froth ve Burdah Kaya köprülerini de görüyoruz safari sırasında. Little Bridge’den daha yüksek bu köprüler de aynı şekilde etkileyici.