EDISYON:

Fenâ-yı candan fedâ-yı cana: Tasavvuf ve cihat

04:0030/08/2024, Cuma
G: 30/08/2024, Cuma
Mahmut Ay

Zaman zaman tasavvufî düşünce ve kültürün, Müslümanları atâlete ve tembelliğe sevk ettiğine, dünyadan el etek çektirip pasifize ettiğine ve cihat ruhundan uzaklaştırdığına dair eleştirilere şahitlik ediyoruz. Oysaki; tarihî gerçekler, bu eleştirinin isabetsiz olduğunu göstermektedir. Zira tarih, -bazı istisnaları olmakla birlikte- sûfîlerin, zikir meydanına koşarken hangi heyecanla koşmuşlarsa, yeri geldiğinde cihat meydanına da aynı şuur ve heyecanla koştuklarına şahitlik etmektedir. Evet; tasavvufî

Zaman zaman tasavvufî düşünce ve kültürün, Müslümanları atâlete ve tembelliğe sevk ettiğine, dünyadan el etek çektirip pasifize ettiğine ve cihat ruhundan uzaklaştırdığına dair eleştirilere şahitlik ediyoruz. Oysaki; tarihî gerçekler, bu eleştirinin isabetsiz olduğunu göstermektedir. Zira tarih, -bazı istisnaları olmakla birlikte- sûfîlerin, zikir meydanına koşarken hangi heyecanla koşmuşlarsa, yeri geldiğinde cihat meydanına da aynı şuur ve heyecanla koştuklarına şahitlik etmektedir.

Evet; tasavvufî terbiyede bir pasifize etme boyutu vardır. Ancak bu, nefs-i emmâreye yöneliktir. Muhakkik sûfîlerden anladığımıza göre, tasavvuf; nefsin insana kötülüğü emreden katmanını/boyutunu pasifize etme sanatıdır; nefsini köreltip öz canından geçerek izâfî varlığını “hakikî ve mutlak varlığın yegâne sahibi olan” Cenâb-ı Hakk’ın varlığında ifnâ ve ibkâ etmektir. Şu halde, dünyevî zevk ve menfaatlerden geçmek şöyle dursun, bütünüyle varlığından geçmeye yönelik bir manevî eğitim almış birinden beklenen, elbette îlâ-yı kelimetullah uğrunda gayret sarf etmektir.

İçindeki kâfir olan nefs-i emmâresi ile büyük cihadında, fenâ-yı can edip cemâlullahı müşâhedeyi hedeflemiş olan bir dervişin, yeri geldiğinde hariçteki küffâr ile küçük cihadında fedâ-yı can edip âlem-i cemâle şehadet ile göçmeyi hedeflemesi son derece tabiîdir.

Şimdi gelin, sûfîlerin tarihte cihat hareketlerine nasıl öncülük ettiklerine özet bir şekilde bakalım.

Şam’da Şeyh Rislân diye anılan Türk asıllı sûfî Şeyh Arslan’ın (ö. 1155?), haçlı saldırılarına karşı Şam halkını cihat ruhuyla örgütleyerek Şam’ın savunmasında büyük katkısı olmuştur. Onun, Şam’ın surları dışında hem ön karakol hem de tekke olarak kullanılan “ribat”ı meşhurdur. Dervişlik ile mücahitlik ruhunu mezcetmesi dolayısıyla kendisine “imamu’s-sûfiyye ve şeyhu’l-mücâhidîn” ünvanı verilmiştir.

Nureddin Zengî’nin de tasavvufa gönül veren, hatta sûfîlerin bir nevi şiarı olan yün giymeyi âdet edinen, tekkeleri ve tekke erbabını destekleyen mücahit bir devlet adamı ve komutan olduğu bilinmektedir. Kezâ; Kudüs fatihi Selahaddin Eyyûbî de tıpkı selefi Nureddin Zengî gibi tasavvufu benimsemiş, sûfîlerin zikir meclislerine katılmış ve onları desteklemiş mücahit bir sûfîdir. Selahaddin, inşa ettirdiği medreselerin yanına genellikle bir de tekke yaptırmıştır. Onun ordusunda sûfîlerin özel bir yeri ve önemli katkıları olmuştur. Meselâ Hıttin bölgesine getirdiği askerlerin çoğu, gönüllü sûfîlerden oluşmuştur. İbn Hallikân, Kudüs’ün fethi için şöyle der: “Kudüs’ün fethi görülmeye değer bir ihtişama sahipti. Bu fethe, ilim ehlinden de, züht ve tasavvuf ehlinden de pek çok kimse katılmıştı.” (Bk. Sûfîler ve Aksiyon, Es’ad el-Hatîb, s. 57-76).

Moğollar’ın Hârizm’i işgali ve halkı katliama tabi tuttuğu günlerde, onlara karşı müritleriyle cihat ederken şehit düşen büyük sûfî Necmüddin Kübrâ’yı da (ö. 1221) anmak gerekir.

1219’da Haçlılar ile Mansure’de yapılan ve zaferle neticelenen savaşa, devrinin en büyük sûfîlerinden Ebu’l-Hasan Şâzelî Hazretleri de (ö. 1258) müritleriyle birlikte katılmıştır. Haçlılara karşı yapılan savaşlar öncesinde okunmak üzere yazmış olduğu “Hizbu’n-nasr (Zafer duası)” sûfîler arasında çok yaygın bir şekilde okunagelmiştir.

20. yüzyılda İslâm coğrafyasını işgal eden Batılı devletlere karşı, Müslüman halkların milli mücadele hareketlerini başlatan ve yönetenlerin çoğunluğunu, yine sûfî şeyhler oluşturmuştur.

Libyalıların İtalyanlara karşı verdikleri millî mücadele, Senûsî tarikatı liderleri Şeyh Ömer Muhtar (1858-1931) ve Şeyh Ahmed Şerif es-Senûsî (1867-1933) önderliğinde; Cezayirlilerin Fransızlara karşı verdikleri millî mücadele ise Kâdirî şeyhi Emir Abdulkadir Cezâirî (ö. 1883) önderliğinde gerçekleştirilmiştir. Sudan’ı işgal eden İngilizlere karşı halkı direniş için örgütleyen, sûfî şeyh Muhammed Ahmed (1843-1885) olmuştur. Fas’ta sûfî şeyhler, Muhammed Hattâbî (1881-1962) ve Muhammed Mekkî el-Kettânî’nin (ö. 1894-1973) Fas’ın bağımsızlığı için verdiği mücadeleler çok büyüktür.

Somali’nin bağımsızlık mücadelesinde, Şâzeliyye’nin kolu olan Sâlihiyye tarikatı şeyhi Muhammed Abdullah Hasan’ın (ö. 1920); Moritanya’nın bağımsızlık mücadelesinde, Kadiriyye tarikatının Fâzıliyye kolu şeyhi Mustafa Şankıtî (1831-1910) ve oğlu Ahmet Hîbe’nin (1876-1918); Nijerya’nın bağımsızlık mücadelesinde Kadirî şeyhi Osman b. Fûdî’nin (ö. 1817); Çeçenistan’ın bağımsızlık mücadelesinde Nakşî şeyhi İmam Şamil’in (ö. 1871) önderliğini hatırlamak gerekir.

Filistin’de İngiliz işgaline karşı cihadı haykıran ilk kişi, Sa’diyye tarikatı şeyhi Ferhan Sa’dî’dir (1857-1937). İngilizler onu ve müritlerini hemen yakalamış, oruçlu iken seksen yaşındaki Şeyh Ferhan’ı idam etmişlerdir. Hamas’ın “Kassâm” tugayının ve füzelerinin ismi, Siyonistlere karşı Müslümanlara cihat ruhunu aşılayan ve kendisi de bir çatışmada şehadet şerbetini içerek ebediyet âlemine göçen Şâzelî şeyhi İzzeddin Kassâm’dan (1882-1935) gelmektedir.

Suriye’deki sûfîler ve sûfî meşrep âlimler de, Suriye’nin Fransız işgalinden kurtulmasında çok önemli bir yere sahiptirler. Onlar, Osmanlı Hilâfetine gönülden bağlı kaldılar; Fransızlara karşı ilerlemiş yaşlarına rağmen bizzat cephelere giderek savaştılar. Meselâ; I. Dünya Savaşı sırasında İttihatçılar’dan şikâyet eden bir kısım halk, sûfî muhaddis Bedreddin el-Hasenî’ye (1850-1935) başvurarak halife olmasını, Osmanlı idaresine karşı yapılacak ihtilâli yönetmesini istemişlerdir. Böyle bir harekete karşı olduğunu söyleyen Hasenî, Suriye’de Fransızlar’a karşı başlatılan ayaklanmada ise kasaba kasaba dolaşarak verdiği vaazlarla mücahidleri desteklemiştir. (Bk. DİA, Bedreddin el-Hasenî mad.). Suriye’nin millî mücadelesinde Şâzelî şeyhleri Ebu’ş-Şâmât (1841-1922), Muhammed Hâşimî (1880-1961), Muhammed Saîd Burhânî (1892-1967) ve Nakşî şeyhi Ebu’l-Hayr Meydânî’nin (1875-1961) katkıları çok büyüktür.

Cümlesini rahmet, hürmet ve minnetle yâd ediyoruz.

#İslam
#Tasavvuf
#Cihat

Günün en önemli haberlerini e-posta olarak almak için tıklayın. Buradan üye olun.

Üye olarak Albayrak Medya Grubu sitelerinden elektronik iletişime izin vermiş ve Kullanım Koşullarını ve Gizlilik Pollitikasını kabul etmiş olursunuz.