‘Niçin Yazı?’

04:0015/07/2025, Salı
G: 15/07/2025, Salı
Ömer Lekesiz

Yazı/edebiyat planında benim kuşağımın yani ’80 kuşağının doğru cevabı vermede aciz kaldıkları sorulardan biri, edebiyatın tebliğ için mi yoksa sanat için mi yapıldığıydı. İlgili tartışmaların yoğunlaştığı yılların aynı zamanda 12 Eylül darbesine çıkan yıllar olmasıyla bu soruda bir kimlik çatışması da kendiliğinden uçlanıyordu. Aradan yarım asır geçtiği halde söz konusu soru cevaplanabilmiş değildir. Bilakis eli kalem tutan hemen herkesin ille de yazar olmaya soyunduğu şu ortamda o soru, muhafazakarlığın

Yazı/edebiyat planında benim kuşağımın yani ’80 kuşağının doğru cevabı vermede aciz kaldıkları sorulardan biri, edebiyatın
tebliğ
için mi yoksa
sanat
için mi yapıldığıydı. İlgili tartışmaların yoğunlaştığı yılların aynı zamanda 12 Eylül darbesine çıkan yıllar olmasıyla bu soruda bir
kimlik
çatışması da kendiliğinden uçlanıyordu.
Aradan yarım asır geçtiği halde söz konusu soru cevaplanabilmiş değildir. Bilakis eli kalem tutan hemen herkesin
ille
de yazar olmaya soyunduğu şu ortamda o soru, muhafazakarlığın daha açık bir söyleyişle sekülerleşmenin hakimiyetiyle geriye itilmiştir ki, tek başına bu sebeple bile -yazının
mahiyeti
değil
işlevi
bakımından- tekrar ele alınmayı beklemektedir.

Bu esasta söyleyeceklerimiz var ancak onları dile getirmeden önce, Ramazan Dikmen’in Mavera dergisinin 1981 yılı Aralık sayılarında yer alan “Niçin Yazı?” adlı makalesinden - güncelliğini halen koruduğu için- ilk birkaç paragrafı nakletmek istiyoruz:

“İnancı ve öğretisi ne olursa olsun, belli bir okuyucu kitlesince izlenmek durumunda olan her yazar, yazdıklarıyla bir yerlere varmak, adına konuştuğu inancı, öğretiyi okuyucularının düşünce ve yaşantılarına kazandırmak ister.

Yazı inandığı, kurduğu dünyaya varmanın en ihmal edilemez, en vazgeçilemez yoludur yazar için. Yazının üstlendiği işleve ilişkin bu görüş kuşkusuz salt yazara özgü kalmaz, okuyucularca da paylaşılır. Kısacası burada yazı bir işe yaramaktadır, bir fayda sağlamaktadır.

(…) Bir şeyin faydası, karşıladığı ihtiyacın büyüklük ve önemine eşittir. Bu yüzden olacak bütün
kâfir toplumlar
da yazının faydasına atfedilen önem az buz değildir. Gerçekten de bu toplumlarda belli bir etki gücüne sahip hemen tüm yazarlar kurulu düzenin
lejyonerlerindendir
. (…)
(…) Şuraya gelmek istiyorum: Çağdaşlaşan Türkiye’de, dört başı bayındır bir sistem hâlinde küfrün âni ve yoğun baskısına uğrayan buralar Müslümanı uzun süren sosyal bir şok yaşadı. Bu topraklar üzerinde
küfrün misyonerliği
ni yapan, düzenin ayrıcalık ve resmi prestij tanıdığı yazar ve aydınların eylemini de sözünü ettiğimiz şokun etkisiyle değerlendirmek zorunda kaldı. Böylesi koşullarla malûl bir yaklaşımdan sağlıklı bir değerlendirme beklenemezdi elbet. Dolayısıyla, buralar Müslümanı da yazarın ve yazdıklarının işlevi konusunda, kâfir toplumlardakine benzer bir anlayışa yakalandı. Artık, en yakınından yirmi yıldır Müslüman yazar ve okuyucu şöyle bir ortak kabul etrafında birleşmiş gibidir: Müslim, müteşerri bir topluma ulaşmanın en vurucu, en garantili yöntemi tüm yazınsal faaliyetler de içinde olmak üzere basın-yayındır. Nitekim Müslümanların yayınsal ve yazınsal faaliyetlerinin gün gün yoğunlaştığı, eser veren Müslüman yazarların artmaya başladığı dönem de bu dönemdir.

(...) Müslüman bir yazar bir yerde konuşurken Müslümanların sanata, edebiyata ilgisiz kaldıklarını, yayın izlemediklerini; oysa Kur’an’da ‘İnsanları Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütlerle çağır’ mealinde âyet bulunduğunu, dolayısıyla bu konuda çok duyarlı davranılması gerektiğini yana yakıla anlatıyordu. (…)

Bu anekdota şunun için yer veriyorum: Aslında yazar olsun, okuyucu olsun, basılı yayın dünyasıyla bağlantısı olan bütün Müslümanlar, yayınsal ve yazınsal uğraşlarına şer’i izahlar bulmakta pek güçlük çekmiyorlar. Müslümanlar olarak Rabbimiz katında taşıdığımız güzel niyetlerden, yetkin düşüncelerden değil, öncelikle gücümüz yettiğince yapıp ettiklerimizden sorulacağız.

Peşinen belirtmekte yarar var: Müslüman olduğu hâlde ‘seküler’ bir edebiyat anlayışını savunanlar, dinle edebiyatı birbirine karıştırmayanlar kesinlikle bu yazının muhatabı değil. Muhatabımız, İslâmi bir yaşama ulaşmada yazınsal ve düşünsel yayınlardan belli bir yarar sağlayacağına inananlar. Ayrıca yayınsal, yazınsal faaliyetlerin İslâm’daki yeri nedir? Müslümanlar olarak
Sünnete uygun
bir edebiyat, sanat vs. icrâ ediyor muyuz? Sünnete uygun edebiyat, sanat ve yayın anlayışımız nedir? ‘Hikmet’i, ‘güzel öğüt’ü doğru anladığımızdan ve doğru anlamda kullandığımızdan emin miyiz?

(…) Sorumuzu bu noktada soruyoruz: Çağdaş basınsal iletişim araçlarına yüklenen düşünsel ve edebi her tür iletinin muhtevaca Sünnete uygun şeyler olması, mümin bir topluma varmada ne kadar işimize yarar? Yani ulaşmak istediğimiz hedefe varmada bu nitelikteki iletilerin gerçek ‘kullanım değeri’ nedir? İşte bu soruya verilecek cevap Müslümanlar olarak bizim yazıya, yazara atfettiğimiz değeri pek doğrular nitelikte olmasa gerek. Çünkü: Güzel sözün, edebi sözün etkili olabilmesi dinleyenin hayatında olumlu değişiklikler doğurabilmesi için o sözün alıcıya ulaşırken, öngörülü eylemi de yedeğinde taşıması gerekir.” (Tükenerek Çoğalmak, Ketebe, 2024)

#Aktüel
#Toplum
#Ahlak
#Ömer Lekesiz