Günümüz Öyküsü, Doğu’nun Hikâye Kuramı, Türk Öykücülüğünde Mustafa Kutlu kitaplarının yazarı Necip Tosun ile edebiyat ödüllerini, son günlerde sıkça konuşulan intihal olaylarını ve edebiyat ortamlarını konuştuk. Gençlere kitap tavsiyesinde de bulunan Tosun, yakın zamanda yayımlamayı planladığı “Edebiyatın Yol Haritası” isimli kitabının da müjdesini verdi. Edebi eserlerde intihal yapılmasına dair “Yazar taklidi yapan kişiler, gerçek bir yazarın saygınlığını üzerlerine örtmek isterler. Ancak edebiyat, sahteliği üzerinde fazla barındırmayan bir yapıda olduğu için, bu örtüler çabucak solar, çürür ve sonuçta gerçek yüz ortaya çıkar” diyerek ekledi: “Popüler yazar insanların çok iyi bildiği dünyayı anlatır. Bu yüzden onları çabuk yakalar ve onlara en yüzeyinden kendi meselesini aktarır. Nitelikli eserler ise okuru kendi dünyasına çağırır ve onu rahatsız eder. Düşünmeye zorlar, ufuk verir, yeni kapılar açar.”
Kurumsallığı, devamlılığı ve yaygın kabulüne rağmen Nobel Edebiyat Ödülü de dâhil olmak üzere gerek ülkemizde gerekse dünyada verilen ödüller kime, hangi esere verilirse verilsin öncelikle tartışmalara neden oluyor ve ödül alanların bunu hak edip etmediği, bu ödüllerin hangi ölçütlere göre verildiği tartışma konusu oluyor. Önemi büyük olan ödüller dışında yazara yazma coşkusu vermesi, eserin yankısını artırması ve yayıncı için satışların artması dışında bir anlamı yoktur. Ödüller tek başlarına eserin değerine ilişkin bir ölçü olamazlar. Bir başka deyişle bir edebî esere ödül vermek o edebî esere bir değer katmadığı gibi ödül verilmeyen eserlerin de değerini azaltmaz. Ödül olsa olsa o eserin okura ulaşmasına katkıda bulunur, yazarına şevk ve memnuniyet hissi verir.
Türk kültür tarihinin ve edebiyatımızın önemli edebiyatçı ve fikir adamlarının manevi ve kültürel mirasını yaşatmak amacıyla düzenlenen bu ödülleri anlamlı, önemli ve yerinde buluyorum. Ödüllerin genel anlamda edebiyatımıza bir katkıda bulunduğu açık. Bu anlamda Sait Faik Ödülü, Necip Fazıl Ödülleri neredeyse gelenekselleşti. Keşke kalıcı ve devamlı olsa bu ödüller. Özellikle Cahit Zarifoğlu adına verilen ve sonradan iptal edilen ödülün tekrar başlatılması ne güzel olurdu. Keşke bunu da Yeni Şafak üstlense…
Bu yazılarda, edebiyatımızın, kültürümüzün öncü, yol açıcı yazarlarını, onların hayatlarını ve hayata, eşyaya bakışlarını gündeme getirmek istedim. Aslında bu yazılarda onların eserlerinin önünü açmak istedim. Hayat ve sanat örtüşmesini, ayrışmasını vurgulamak için bu yazıları yazdım. Türk edebiyatının, kültürünün çıtasını yükselten bu yazarları gündeme getirerek bir bellek oluşturma, anımsatma, aktarma amacı içindeyim.
Etki, intihal (çalıntı) edebiyat dünyasının tartışmalı konularından biri başkasıdır. Edebiyat dünyası birbirine benzetilen eserlerle doludur. Kim kimden ne kadar almış, kim kimden etkilenmiş, nasıl etkilenmiş yoğun bir şekilde tartışılır. İntihal, bir yazarın bir başka yazarın üretim sürecine, çabalarına, sancılarına sahip çıkmasıdır. İntihalin temel nedenin, yazarlık özentisi ya da yazarlık taklidi yapma arzusu olduğu söylenebilir. Yazar taklidi yapan kişiler böylece, gerçek bir yazarın saygınlığını üzerlerine örtmek isterler. Ancak edebiyat, sahteliği üzerinde fazla barındırmayan bir yapıda olduğu için, bu örtüler çabucak solar, çürür ve sonuçta gerçek yüz ortaya çıkar. Yağmalama, talan etme, dönüştürerek, başka bağlama çekerek orijini etkisizleştirme girişimi, hele onu kendine mal etme elbette hoş görülemez, bağışlanamaz.
Facebook ve twitter, kullanıcılarını özellikle kısa ve özet yazmaya zorlayan bir yazı ortamı. Twitter iki yüz seksen karakterle sınırlı. Dolayısıyla derdini anlatmak isteyen biri bu sayıdaki karakterle meramını anlatmak durumunda. Facebook’ta bu sınır olmamakla birlikte yapısı gereği yazanına kısa, öz yazmayı dayatmakta. Bu nedenle buralarda ya aforizmalar ya da kısa vurucu özdeyişler paylaşılmakta. Kimi popüler yazarlar insanların bu alışkanlıklarını verime çevirmek peşindeler. Watped türü çalışmalar da benzer ucuzculuğun, istismarın ürünü. Bütün bunlar edebiyat dışı olaylar. Aslında burada temel konu popüler eser-nitelikli eser ayrımıdır. Okuru sıkmayan, sığ, yüzeysel konuların aynı basit biçimlerle sunulması popüler edebiyattır. Bunlar tümüyle okur odaklı metinlerdir. Okur din istiyorsa din, macera istiyorsa macera, aşk istiyorsa aşk, kan istiyorsa kan sunulmakta. Üslupsuz yapısı ve özensiz dili ile kurmacanın çok uzağındalar. Bir televizyon dizisi senaryosu gibilerdir. Ambrose Bierce’nin “Popüler yazar, insanlar ne düşünüyorsa onu yazar. Bilge yazar, onlara üzerinde düşünecekleri bir şeyler sunar.” sözü tam da bu metinler için söylenmiş gibidir. Nitelikli eserler okuru kendi dünyasına çağırır ve onu rahatsız eder. Düşünmeye zorlar, ufuk verir, yeni kapılar açar.
Evinde Kur’an dışında neredeyse hiç kitap olmayan bir evde doğdum. Kitaba ilgisiz, hatta ilerleyen dönemlerde kitaba karşı bir aile içinde geçti hayatım. Yoksulluk, kitabı, neredeyse lüks harcama hâline getirmişti. İlerleyen dönemlerde eve kitap alırken ailemden saklayarak eve soktuğumu hiç unutamam. İlkokulda öğretmenimin yönlendirmesiyle Halk Kütüphanesine gitmeye başladım. Kemalettin Tuğcu’nun kitaplarının tümünü içim acıyarak burada okudum. Okuma sevgimi Tuğcu’ya borçluyum diyebilirim. Ortaokul ve lise yıllarında çoğu bilinçsiz, edebî, dini, siyasi kitapları seçme yapmadan ama yoğun okuduğumu hatırlıyorum.
Lise döneminde bence, hem okumayı sevdirecek hem de “büyük hikâye” ile onları cezp edecek kitaplar seçilmeli… Altı kitap önereyim:
Fatih-Harbiye (Peyami Safa) Doğu-Batı çatışmasını incelikle işlediği için.
Hikâyelerim (Necip Fazıl Kısakürek) korkuya, fantastiğe yaslı dünyası için.
Önce Ekmek (Orhan Kemal) işsizliği, yoksulluğu iyi hikâyeleştirdiği için.
Ses (Sabahattin Ali) Anadolu gerçekliğini, yoksulluğu ve yabancılaşmayı iyi anlattığı için.
Küçük Ağa (Tarık Buğra) Kurtuluş Savaşının gerçek hikâyesini öğrenmek için.
Yitik Cennet (Sezai Karakoç) insanlığın destansı anlatımı için.
Okuma, yazma serüvenim boyunca belli bir disiplin ve kuralla çalıştığım için rastgele kitap okuma alışkanlığım hiç olmadı. Her zaman çalıştığım veya ilgilendiğim bir konunun gerektirdiği kitapları okurum. Uzun zamana yaydığım kitap çalışmalarımın bir parçası olarak o kitapları toplar, biriktirir sonra yazdığım kitabın gereği ise okuma sırasına koyarım. Güncel kitapları alırım, bu kitaplar çalışmalarımla ilgiliyse öncelikle okurum değilse güncel olduğu için o kitabı okumam. Ancak benim bu durumum keyifli bir okuma serüveni değil
Edebiyat gücünü “hayata müdahale”den alır. Bu güçten kastımız, toplumu, insanı değiştirme, dönüştürme, ona hissetmediği duyguları sezdirme kabiliyetidir. 19. ve 20. yüzyılda edebiyatın böyle bir değiştirme, dönüştürme gücünü yaşadık. Ne var ki içinde bulunduğumuz zaman diliminde edebiyatın eski gücünü önemli ölçüde yitirdiğini görüyoruz. Edebiyat 19. ve 20. yüzyıldaki o görkemli dönemlerinin çok uzağında. Sanki tüm dayanaklarını yitirmiş, insana söyleyeceği, ileteceği hiçbir şeyi kalmamış gibi. Bunu hemen hemen her alanda görmek mümkün. Ancak yaşananlar göstermiştir ki bunlar dönemsel ve geçici durumlar. İnsanlığın iyi, güzel, doğru arayışı dahası hakikate ulaşma arzusu bitmeyeceğine göre edebiyatın ateşi de hiçbir zaman sönmeyecektir. Sonuçta süfli duygular değil, aşkın, yüce duygular, yani edebiyat kazanacaktır. Şaire, öykücüye, romancıya düşen görev yaptığı işin hakkını verebilmek okura düşen de edebiyata sahip çıkmaktır.
Edebiyatın temel meselelerinin tartışıldığı, okuma listelerinin yer aldığı, edebiyat ortamına girmek isteyen ama bir yol yöntem bulamayan insanların sorularının cevaplandığı Edebiyatın Yol Haritası adlı kitap yayın sırasını bekliyor. Ortalama bir ömür bırakın dünya edebiyatını ülke edebiyatını bile okumaya yetmiyor. Bu yüzden insanlar okul kitaplarında, dergilerde, eleştirilerde rastladığı, dost ve arkadaşlarından duyduğu kitapları okuyarak bir okuma serüveni yaşıyor. Otuz yıl önce genç bir yazar olarak karşılaşmak istediğim kitabı yazdığımı düşünüyorum. Kaybettiğim zamanı, yaptığım yanlışlıkları bir başkası yaşamasın diye okuma, yazma birikimimi bu kitaba aktardım.