1995 yılında yaşanan ve 4 gün süren Gazi Mahallesi olaylarında 22 kişi öldü, 155 kişi yaralandı.
Türkiye’nin 1990’lardaki karanlığın dışında kalması elbette düşünülemezdi. Siyasetçiler, işadamı ve mafya üçgeninde 22 banka hortumlandı ve battı.
O dönem yolsuzlukların üzerine giden gazetecilerden Murat Kelkitlioğlu, “Ülkenin çivisi çıkmıştı. Banka sahiplerinin ailelerinden hiçbirinde banka hissesi görünmüyordu. Çaycıların, odacıların üzerine yapılan hisseler vardı” dedi. Gazeteci Nedim Şener ise şu tespiti yaptı: Geçmişin kirli adamları Türkiye’ye temizlik dersi vermesin.
Şüphesiz 1994 yılının en önemli olayı, Recep Tayyip Erdoğan’ın 27 Mart seçimlerinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne başkan seçilmesiydi. Çöp dağlarıyla, susuzlukla mücadele eden İstanbullu, İSKİ skandalını da yaşayınca çareyi dürüst insanlara sığınmakta buldu.
İSKİ Genel Müdürü Ergun Göknel, paravan şirketler kurulmasını sağlamış, bu şirketler İSKİ’nin açtığı klor alımı ihalelerine girmiş ve değerinin kat kat fazlasına klor alımı gerçekleştirilmiş gibi gösterilerek büyük yolsuzluk yapılmıştı.
Üstelik suçlanan sadece Göknel değildi, partisi SHP de işin içindeydi. SHP o tarihten itibaren büyük yolsuzluk yapan bir parti olarak akıllarda kaldı ve büyük şehirlerde seçim kazanması hayal oldu.
GAZİ MAHALLESİ JİTEM’İN İŞİ Mİ?
95 yılının hafızalardan kolay kolay silinmeyecek olayı, Gazi Mahallesi olaylarıydı. 12 Mart günü Alevilerin yoğun olarak yaşadığı İstanbul’un Gazi Mahallesi’nde kahvehane ve pastanelerin taranmasıyla başlayan olaylar, farklı mahallelere yayılarak 4 gün sürdü, 22 kişi öldü, 155 kişi yaralandı.
Gazi Mahallesi, yıllar boyunca polis ve eylemci grupların karşı karşıya geldiği noktalardan biri oldu. Dönemin Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar, İstanbul valisi ise meşhur OHAL Valisi Hayri Kozakçıoğlu’ydu.
Yıllarca aydınlanamayan Gazi Mahallesi olayları için, eski İstanbul Emniyet İstihbarat Müdürü Hanefi Avcı, geçen sene Milliyet gazetesine verdiği röportajda şu açıklamayı yapmıştı: “Olayları Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım veya onun gibi birileri başlattı. Susurluk dosyasında adı geçen bazı kişilerin halkın üzerine ateş açtığı iddiaları vardı.”
CUMARTESİ ANNELERİ’NDEN DİYARBAKIR ANNELERİ’NE
Gazi Mahallesi olayları sonrası gözaltına alınan Hasan Ocak isimli bir şahıs ortadan kaybolmuş, annesi Emine Ocak, ailesi ve arkadaşları 55 gün boyunca onu aramış, nihayetinde kimsesizler mezarlığında cansız bedenine ulaşılmıştı.
Hasan’ın cesedine ulaşılmasının ardından kayıplara karşı adalet arayan bir grup anne ilk kez 27 Mayıs’ta Galatasaray önünde oturma eylemi yaptı.
Her cumartesi orada oturan annelere medya, “Cumartesi Anneleri” adını taktı.
Medyanın isim taktığı bir diğer anne grubu da “Diyarbakır Anneleri.” Sayıları 226’ya çıkan aileler iki yıla yakındır yaz kış demeden her gün HDP il binasının önünde oturarak evlatlarını istiyor.
Ailelerden 25’i çocuğuna kavuştu. Onlar çocuklarının nerede olduğunu ve kimden isteyeceklerini bildikleri için, Cumartesi Anneleri’nden daha şanslılar. Türkiye 90’ların karanlığında olsaydı, değil o kapının önünde oturmak, yanından bile geçemezlerdi.
PKK’nın ev basıp, iki çocuktan birini zorunlu olarak dağa götürdüğü günler çok geride kaldı.
Bugün yapılanlara kimin alkış tuttuğuna bakmak gerektiğini söyleyen gazeteci Murat Kelkitlioğlu, o dönemin yolsuzluklarının üzerine giden bir gazeteciydi. Kelkitlioğlu,
“FETÖ hesaplarına bakın, hepsi alkış tutuyor bu duruma. Oysa doksanlarla bugünleri kıyaslamak mümkün dahi değil. Ülkenin çivisi çıkmıştı. O zaman yaşananlar hükümet devirdi. Bugün bir iddia belgesiyle ortaya konmadığı için, sadece açıklama üzerine dönüyor bütün konuşmalar. Varsa bir şey onun üzerine gideceksin. Ama her önüne çıkanın yaptığı açıklama üzerine de devlet kalkıp soruşturma başlatmaz”
dedi.
Doksanlı yıllardaki kirli ilişkilerin kalan kırıntılarının deşifre edildiğini söyleyen Kelkitlioğlu, ülkeyi yöneten siyasilerin nasıl yolsuzlukların içinde bulunduğunu anlatıyor.
“O dönemin en önemli isimlerinden Hüsamettin Özkan’ın kayınvalidesinin Egebank skandalında adının geçtiğini yazmıştım. Ecevit bunu yalanladı ama sonra benden helallik diledi. Bu bile o dönemki yönetimin ne durumda olduğunu çok açık bir şekilde gösteriyor. Kamu bankalarında görev zararı ayyuka çıkmıştı. Devlet çok büyük zarar ediyordu. O dönemler, yolsuzlukların yaşandığı dönem olarak hatırlanacak.”
Bugün yaşananlar karikatür gibi
Hortumlanan bankaları, mafya, siyaset, işadamı çarkını yazılarında ve kitaplarında anlatan gazeteci Nedim Şener, doksanların tam bir kaos ve çürüme dönemi olduğunu vurguluyor. Siyasette koalisyon pazarlıklarının ülkenin ekonomik ve siyasi iktidarının kaybolmasına sebep olduğunu belirten Şener, şu ifadeleri kullandı:
“Türkbank davası Yüce Divan’da görüldü ve ilk kez bir başbakan (Mesut Yılmaz) Yüce Divanda yargılandı. Yüce Divanda tanık olarak dinlenilen gazetecilerin ifadelerine baktığınızda, ne pazarlıkların döndüğünü anlıyorsunuz. Bugün yaşananlar, o günlerin yanında karikatür gibi.”
KİRLİ BEZLE TEMİZLİK OLMAZ
Banka hortumlamalarında mafyanın tek başına olmadığını belirten Şener, banka sahibi olmayacak kişilerin siyasetçilerle girdiği ilişkilerle banka sahibi olmaya başlamasıyla bu kaos ortamının oluştuğunu vurguladı. “Yüksek faiz, düşük kur ekonomi politikası nedeniyle aradaki fark ve sınırsız devlet garantisi acayip bir faiz ortamı doğurdu.
Herkes faizde yarışmaya başladı. Toplanan paraları da, maskeli hırsızlar değil, o dönem bankaların sahipleri soydu. Devlet de bunları izledi. Kendilerine dokunulmasın diye eski orgenerallerden banka yönetim kurulları yaparlardı.
Çünkü Türkiye’de devlet demek, asker demekti. Daha enteresanı, bankayı denetlemesi gereken adamlar, banka soygununa nezaret etmeye başlamıştı.”
Ve ilave ediyor Nedim Şener: “Geçmişin kirli adamları Türkiye’ye temizlik dersi vermesin. Doksanlara methiyeler düzenler ya bilmeyenler ya da geçmişin kirli adamları. Kirli bezle temizlik olmaz.
Ahlak dersi veren, ailesine değer veren adam, öncelikle haram yemeyecek. Ben Çakıcı’ya da Sedat Peker’e de soruyorum, bir gün sigortalı çalışmışlığınız var mı? O evleri, o arabaları neyle alıyorsunuz, nasıl yaşıyorsunuz, nasıl kaçabiliyorsunuz?
Dolayısıyla mafyayla temizlik olmaz. Doksanlı yılların sonlarında Çakıcı’nın söyledikleri temizliği getirmedi. TBMM altında kurulan komisyon ancak bunları yargı önüne getirebildi.”
Mafyanın yavaş yavaş gündemimize girmeye başladığı dönemlerdeyiz. Dündar Kılıç, Alaattin Çakıcı gibi isimler gazetelerde boy gösteriyor.
Topuğuna sıkmak, karşındakini uyarmak anlamında, sokak çocuklarının bile diline dolanmış. Çakıcı’nın Hıncal Uluç’u ayağından vurdurması da bu dönemde yaşanıyor.
O günlerde gazeteciler uyarılmak için tekme tokat dövülmüyordu, bildiğin topuğa kurşun sıkılıyordu. Öldürülenler de vardı elbette ama o tamamen farklı bir konsept.
Malki cinayetiyle el değiştiren paralar
Kısaca Niso diye bilinen Musevi asıllı iş adamı Nesim Malki, 28 Kasım 1995 tarihinde Bursa’da çapraz ateşle öldürüldü.
O zamanın gazete haberlerine göre Malki, iki sivil polisin gözetiminde 6 kişinin operasyonuyla öldürülmüştü. Tekstil sektöründe en önemli ortağı eski Devlet Bakanı, Bursalı işadamı Cavit Çağlar ve Erol Evcil’di. Erol Evcil, Nesim Malki’den 400 milyon doların üzerinde aldığı borcunu ödeyemeyince, önce Çakıcı’dan yardım istedi, işe yaramayınca çareyi Malki’yi öldürmekte buldu.
Malki cinayeti ile birlikte Türkiye’de bir gecede 700 trilyon lira kadar paranın el değiştirdiğini söyleyen kişi, dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz. İsrail’in, Malki aracılığıyla belli iş adamlarını finanse etmek için Türkiye’ye para soktuğu söyleniyordu.
Doksanlı yıllarda seçimler biter bitmez hükümetin kurulup hizmete başlayabilmesi, ancak bir mucize sonucu olurdu. Nitekim 54. hükümet tam 6 ay sonra ancak kurulabildi.
Bir taraftan seçimde 1. parti çıkan Necmettin Erbakan’ın hükümet kurma çabaları devam ederken, 10 Mayıs 1996 tarihinde DYP Genel Başkanı Tansu Çiller’in başbakanlıktan ayrılmadan 22 gün önce örtülü ödenekten 500 milyar lira çektiği anlaşıldı.
Ardından Tansu Çiller’in dolandırıcılıktan yargılanan Selçuk Parsadan’a örtülü ödenekten 5,5 milyar lira verdiği iddia edildi. Oktay Güzeloğlu’nun “Yüzyılın dolandırıcısı Selçuk Parsadan” isimli kitabında Parsadan, “Açtım telefonu, Fethullah Gülen olarak konuştum. ‘Işık evleri yaptırıyoruz dört-beş eksiğimiz var’ diye konuştum, verdi” ifadeleriyle dolandırıcılığını anlattı.
Doksanların sonu, banka hortumlamalarının ayyuka çıktığı dönem olarak zihinlerde yer etti. Tam 22 banka hortumlandı ve battı. Batırılan bankaların halka maliyeti 65 milyar dolar. Hükümet deviren Türkbank ise soygunu özetle şöyle:
1998’de Mesut Yılmaz’ın Başbakanlığı döneminde satış için ihaleye çıkarıldı. İhaleyi, 600 milyon dolarlık fiyatla işadamı Korkmaz Yiğit kazandı. Alaattin Çakıcı’nın da devrede olduğu, Fikri Sağlar tarafından bir ses kasetiyle ortaya çıkarılınca ihale iptal edildi.
Skandalla birlikte Yılmaz Hükümeti sarsıldı ve düştü. Türkbank yolsuzluğu, ‘siyasetçi-mafya-işadamı-bürokrat’ dörtgenini ortaya çıkarttığı için çok konuşuldu.
Kutlu Adalı’yı Sedat Peker mi öldürecekti?
Son günlerde aranan organize suç örgütü lideri Sedat Peker’in yayınladığı videolardan kamuoyu Kutlu Adalı cinayetini hatırladı. Kıbrıslı gazeteci Kutlu Adalı, 6 Temmuz 1996 gecesi, Lefkoşa’daki evinin önünde öldürülmüştü.
Sedat Peker, gazeteci Kutlu Adalı cinayetine ilişkin olarak yayımladığı videolarda eski İçişleri Bakanı Mehmet Ağar’ın Adalı’yı öldürtmek için kendisinden tetikçi talep ettiğini, bu talep üzerine kardeşi Atilla Peker’i Kıbrıs’a gönderdiğini, ancak sonradan Korkut Eken ile görüştüğünde “başka bir ekibin Adalı’yı öldürdüğünün söylendiğini” öne sürdü.
Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı, iddialarla ilgili soruşturma başlattı. Videolarla hükümet devirmeyi hayal edenlerin doksanlar itirafı tam olarak bu olsa gerek. Kutlu Adalı’yı başka bir ekip öldürmeseydi, Sedat Peker’in kardeşi mi öldürecekti? Bu şekilde kaç kişiyi öldürmüşlerdi?
Tarihler 9 Ocak 1996’yı gösterdiğinde, ülke “Sabancı Suikastı” olarak anılan bir cinayete uyandı. Sabancı Holding Yönetim Kurulu Üyesi Özdemir Sabancı, ToyotaSa Genel Müdürü Haluk Görgün ve sekreter Nilgün Hasefe, DHKP-C militanları Fehriye Erdal, İsmail Akkol ve Mustafa Duyar tarafından Sabancı Merkezi’nde uğradıkları silahlı saldırı sonucu öldüler. Cinayet davası FETÖ’cü Savcı Muammer Akkaş tarafından uzun süre çözümsüz bırakıldı.
Sabancı, yerli otomobil konusunda girişimleri ile bilinen bir iş adamıydı. Cinayetten sonra Sabancı ailesi yerli otomobil girişiminden çekildi.
#Türkiye
#1990
#Siyasetçi
#Murat Kelkitlioğlu
#Gazeteci
#Banka