
Kahramanmaraş’ın Afşin ilçesinde eski bir kerpiç evin duvarında yamalı bohça içerisinde kırk kitap bulundu. Kitapların Ashabı Kehf Medresesi’nde görev yapan İstiklal Savaşı madalyasına sahip Mehmet İmamoğlu’na ait olduğunu ifade eden Asitane Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Hasibe Nurhayat Turan, “Medreselerin kapatılmasıyla birlikte hoca bu kitapları gizlemiş, ailesine bile haber vermemiş. Evin yıkımı sırasında ortaya çıkan bu eserler, zamanın, toprağın ve sessizliğin içinde korunarak günümüze ulaşmış oldu” diyor.
2020 yılında Kahramanmaraş Afşin Belediyesi çalışanları, çökmeye yüz tutmuş bir kerpiç evi yıkarken yıkılan duvarın içinde yamalı bir bohça ile karşılaşırlar. Bohça açıldığında içerisinde tam kırk adet kitap çıkar. Kitapların bir kısmı el yazması bir kısmı ise matbudur. Peki, Osmanlıca ve Arapça yazılı bu kitapların yamalı bir bohça içerisinde, kerpiç bir evin duvarına gömülmüş halde ne işi olur? Bu sorunun cevabını ve bulunan 40 kitabın hikâyesini Asitane Yönetim Kurulu Başkanı Hasibe Nurhayat Turan ile konuştuk. Turan, yüzyılı aşkın bir süre sonra gün yüzüne çıkarılan kırk kitabın Varaka sponsorluğunda AKM’de açılan “Saklı Kalanlar” sergisine uzanan hikâyesini Yeni Şafak Pazar okurları için anlattı.
2020 yılında Kahramanmaraş Afşin Belediyesi’ne eski bir toprak evin yıkımı için bir müracaatta bulunuluyor. Bu toprak evi yıkarken duvardan yamalı bir bohça içinde saklanmış birtakım kitaplar çıkıyor. Bunun üzerine dönemin belediye başkanı Fatih Güven’e haber veriliyor. Kendisi de bir kitapsever, bu kitapları inceliyor ve görmemiz için bizi davet ediyor. Yaklaşık olarak 1900’lü yılların ilk çeyreğine tarihlenen bu 40 kitabı gördüğümüzde toprağın içinde nispeten muhafaza edilmiş olmalarına rağmen büyük ölçüde tahrip olduklarını tespit ettik. Fiziksel kondisyonları ciddi şekilde zarar görmüştü. Bizim de Asitane Vakfı olarak, İstanbul’da Asitane akonservasyon ve Restorasyon Merkezi’ni kuralı bir iki yıl olmuştu. Bu 40 kitabı alarak İstanbul’a getirmeye karar verdik. Eserler toprağın içerisinde kaldığı için epeyce nemliydi. Başkan Bey odasında elinden geldiğince kurutmuştu. İnanır mısınız, araba çok doluydu, yer kalmamıştı. Ve bir kısmını ben kucağımda getirdim İstanbul’a.

Sessizliğin içinde korunarak günümüze geldi
Duvarların arasında yaklaşık 100 yıl boyunca saklı kalan bu kitapların, Ashabı Kehf Medresesi’nde görev yapmış bir hoca, aynı zamanda İstiklal Savaşı madalyasına sahip, ailenin büyük dedesi olan Mehmet İmamoğlu’na ait olduğu anlaşıldı. Medreselerin kapatılmasıyla birlikte hoca bu kitapları gizlemiş, ailesine bile haber vermemişti. Böylece evin yıkımı sırasında ortaya çıkan bu eserler, zamanın, toprağın ve sessizliğin içinde korunarak günümüze ulaşmış oldu.
Aralarında Osmanlıca ve Arapça kitaplar var
Kitaplar içerisinde hem el yazması hem de matbu kitaplar var. Büyük bir kısmı Arapça ve Osmanlıca dillerinde. İçerik açısından oldukça zengin bir çeşitliliğe sahip olan bu kitaplar, dönemin eğitim anlayışını, kültürel ve dini birikimini, hukuk sistemini ve toplumsal değerlerini yansıtan önemli kaynaklar arasında yer alıyor. Eserler arasında mantık, fıkıh, ceza hukuku, siyer, sure tefsirleri, ibadet (namaz) konularına dair kitapların yanı sıra, dini hikâyeler, tecvit, nahiv (Arapça gramer), Peygamber Efendimize yazılmış şiirler var. Ayrıca bir askerin not defteri de bulunan ve dikkat çeken belgeler arasında. İlginçtir ki bu kitaplar içerisinde bir de İncil var. Bu İncil’i sergide de göreceksiniz. Tek tek bu kitapların künyelerini çıkardık. Örneğin; “Tasavvurat”, “Mîzân’ül İntizâm”, “Muhtasaru Gunyeti’l-Mütemellî”, “Kitâb-ı Velediyye”, “Şerh Restorasyon Merkezi’ni kuralı bir iki yıl olmuştu. Bu 40 kitabı alarak İstanbul’a getirmeye karar verdik. Eserler toprağın içerisinde kaldığı için epeyce nemliydi. Başkan Bey odasında elinden geldiğince kurutmuştu. İnanır mısınız, araba çok doluydu, yer kalmamıştı. Ve bir kısmını ben kucağımda getirdim İstanbul’a.
Talîmü’l Müteallim”, “Tuhfetü’l-İhvan Alel-Avâmil”, Risaletü’l-Besmele”, “Tenbîhü’l Gâfilîn”, Müellif Sa’düddîn Teftâzânî’ye ait bir eser ve el yazması mantık kitabı “Tuhfetü’r-Rüşdî Karaağaci ala Metni İsaguci-Ebherî er-Risâletü’l-Esîriyye fi’lmantık - Kitab-ı Muhyittin” bu kırk kitap arasında yer alıyor. Sergide bu kitaplarla ilgili bilgiler de var. Aslına bakarsanız bulunan bu eserler, dönemin sadece bireysel bilgi birikimini değil, aynı zamanda dönemin düşünsel, hukuki ve dini yapısını yansıtan kaynaklar olarak da dikkat çekiyor. Her biri, kendi alanında farklı bir ihtiyaca cevap vermek üzere kaleme alınmış; eğitimden inanca, ahlaktan estetiğe kadar geniş bir yelpazede bilgi sunuyor. Açıkçası ben şaşırdım, Maraş’ın, Afşin ilçesindeki bir medresede öğrencilere 1900’lü yıllarda, niye İncil okutulur? Belki dinler tarihi gibi bir dersleri var. Bunların hiçbiri boş değil ve bunlar o dönem o insanların ne kadar aydın olduğunu, ne kadar uzun vadede yetiştirdikleri öğrencilere, yetişen kişilere ne kadar çok bilgi aktarımında bulunduğunun bir ispatı bunlar.
Hepsiyle tek tek ilgilendik
Bu kitapları teslim aldığımızda kondisyonları çok kötüydü. Hepsiyle tek tek ilgilendik ve kitapların konservasyonunu; kuru temizlemesini, tamamlamalarını, Avrupa ölçülerine uygun bir şekilde çalıştık. Bu eserlerin konservasyon ve restorasyon süreci, AKRM tarafından titizlikle yürütüldü. İki senede 39 kitabın çalışmasını tamamladık. 40. kitabı ayırdık çünkü el yazması bir eserdi. Bu el yazması kitapta Japon kağıdı kullanmak yerine kendi ürettiğimiz İstanbul Kağıt ile çalıştık. 17. yüzyıldan itibaren Osmanlı topraklarında faaliyet gösteren Yalova Kâğıthanesi, Beykoz, İzmir, Beyrut ve Hamidiye Kâğıt Fabrikalarının tarihi mirasından ilham alarak geliştirdiğimiz İstanbul Kâğıt, doğal lif içeriği, yüksek pH değeri ve estetik dokusuyla tarihi eserlere tam uyum sağlıyor. Böylece, bu topraklarda yeniden hayata geçirdiğimiz millî kağıt üretimiyle nesiller arasında anlamlı bir köprü kurmuş olduk. Yaklaşık iki yıl süren onarım sürecinde, geleneksel üretim tekniklerini çağdaş koruma anlayışıyla birleştirdik. 2022 yılı Kasım ayında onarılan eserler, İstanbul’dan Afşin Belediyesi’ne, ilk koruma müdahalesini yapan başkan Fatih Güven’e teslim ettik. Ayrıca duvarlar arasına saklanmış, zamana direnen 40 kitabın koruma ve onarım sürecini de bir kitapla birlikte belgeleyerek tarihe kalıcı bir iz bıraktığımızı düşünüyorum.
Kısa süre sonra, 6 Şubat 202’te meydana gelen Kahramanmaraş merkezli depremler neticesinde kitaplar bir kez daha toprağın altında kaldı. Neyse ki özel koruma altına alınarak bir bavul içerisinde muhafaza edilen kitaplar, enkaz kaldırma çalışmaları sırasında hiçbir zarar görmeden tekrar gün yüzüne çıkarıldı. Hatta eserlerin muhafaza edildiği bu bavulu da Saklı Kalanlar sergisinde sergiliyoruz.

Dört ana maddeden kağıt ürettik
İstanbul Kağıt, sadece bu Asitane’de üretilen bir kağıt. Asitane Vakfı tarafından 6-7 yıldan beri kağıt üzerinde yaptığımız araştırmalar sonucu Türkiye’de bir ilki gerçekleştirdik. Evet hali hazırda el yapımı kağıtlar var ama biz Şule Hanım’la birlikte bütün bir sanat camiasının ihtiyacı olarak yurt dışından gelen kağıtları ürettik. Dut, keten, pamuk ve ipek olmak üzere dört ana maddeden kağıt üretimi yaptık. Şule Hanım’la birlikte şu anda butik üretim yapıyoruz. Konservasyonda malum asitsiz kağıt kullanılıyor. Ve bunların hepsi Türkiye’ye dışarıdan geliyor. Asırlar boyunca Osmanlı’ya da kağıt hem Avrupa’dan hem Doğu’dan gelmiş. Biz burada üretmişiz ancak maalesef ucuza gelen bu kağıtlar karşısında üretim devam ettirilememiş. Tabii fabrikasyon kağıt ile bizim ürettiğimiz kağıt tamamen farklı. Biz konservasyonda kullanılan Japon kağıdını da millileştirerek İstanbul Kağıt kullanımına başladık. Türkiye’de sanat alanında kullanılan araç gereçlerin pek çoğu ithal. Belki de bu Batı dünyasıyla olan sanat iletişiminde, çağdaş sanatta bazı konulardaki çıkmazımızın nedenlerinden biridir. Bir inşaat mühendisi yaptığı bir inşaatta kullandığı malzeme bilgisini bilmek zorundadır. Aynı şekilde geleneksel sanatlarda, modern ve çağdaş sanatlarda kullandığınız hammadde her ne ise, eğer o maddeye hakimiyetiniz yoksa o size kutu kutu hazırlanıp üzerinde etiketle getirilip sunuluyorsa bu sizi geride bırakır. Bu nedenle bizim yeniden maddeye dönmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Hikâyeleri Yedi Uyurlar’la benzerlik taşıyor
Kitapların bulunduğu bölge, Ashabı Kehf kıssasının da yaşandığının düşünüldüğü topraklarla aynı. Afşin’deki Ashabı Kehf Camii, çok eski dönemlerden kalma bir kilise ve Ashabı Kehf’in orada yaşadığı iddia ediliyor. Daha sonra Osmanlı döneminde bu yapı medrese olarak da kullanılıyor. Bu iddiaların güçlü olan bir diğer tarafı da Yedi Uyurlar’ın isimleri halen Afşin’de yaşıyor. Örneğin “Yemliha”, bugün halen o bölgede kullanılan bir isim. Ayrıca Kur’an-ı Kerim’deki o mağaranın anlatıldığı Kehf Suresi de coğrafyacılar tarafından araştırıldığında kıssadaki mekâna denk düşüyor. Konuyla ilgili akademisyenler hem fiziksel mekânla ilgili hem tarihle ilgili bu bağı kuruyorlar. Ashabı Kehf kıssasına göre, dönemin zalim hükümdarından kaçan yedi genç, mağaraya sığınarak uykuya dalmış ve 300 yıl sonra uyanmışlardı. Tıpkı mağarada zamanın dışında korunan Yedi Uyurlar gibi, bu kitaplar da zamanın etkisinden uzakta, bir gün yeniden ortaya çıkmayı beklemiş. Kitapların bulunduğu evin sahibi de bölgedeki Ashabı Kehf Medresesi’nde hocalık veya öğrencilikle meşguldü. Tahminen 1924’te veya daha sonra burada bulunan medrese kapatıldı ve bu kitaplar 100 yıl ya da daha fazla duvarın içerisinde kaldı. Yedi Uyurlar yaşadıkları şehre indiklerinde paraları geçersiz, kullandıkları dili kimse konuşmuyor, onları kimse tanımıyordu. Bu durumu bir anlamda bu kitaplar için de geçerli. Bu kitapların, harfleri okunmuyor; isimlerinden, içeriklerinden, müfredatlarından kimse ne işe yaradığı bilinmiyordu. Aynı Yedi Uyurlar gibi bir yaşadıkları toplumla bağları yoktu. Biz bu kitapları Konservasyon ve Restorasyon Merkezi’nde biraz da bu bilinçle yeniden ortaya çıkardık. Bu olay, yalnızca tarihî bir tesadüf değil, aynı zamanda koruma kültürünün ve konservasyonun ne denli hayati olduğunun somut bir göstergesiydi. Ashabı Kehf’in zamana meydan okuyan uykusuyla bu kitapların uzun bekleyişi arasında oluşan bu bağ, bizim için hem anlamlı hem de ilham vericiydi.