Avâra kasnak dünyâ

04:0014/07/2025, Pazartesi
G: 14/07/2025, Pazartesi
Süleyman Seyfi Öğün

Weber modernleşmeyi soğuk bir kışa benzetir. Son üç asrın dinamikleriyle yükselen modernleşme ile berâber dünyânın kültürel iklimi de değişmiştir. Ondan evvel, binlerce senelik târihleri düşündüğümüzde çok farklı bir tablo ile karşılaşmaktayız. Toprağa dayalı ve tabiata bağımlı iş bölümü ve iş kollarına göre teşekkül etmiş olan medeniyet, bugün ile mukâyese edildiğinde hayli kısır sayılabilecek döngülerle işlemekteydi. Zamân, mekân ve ilişkilerin tasarruf edilmesi de bugünden çok farklı yapılanmaktaydı.

Weber modernleşmeyi
soğuk bir kışa
benzetir. Son üç asrın dinamikleriyle yükselen modernleşme ile berâber dünyânın kültürel iklimi de değişmiştir. Ondan evvel, binlerce senelik târihleri düşündüğümüzde çok farklı bir tablo ile karşılaşmaktayız. Toprağa dayalı ve tabiata bağımlı iş bölümü ve iş kollarına göre teşekkül etmiş olan medeniyet, bugün ile mukâyese edildiğinde hayli kısır sayılabilecek döngülerle işlemekteydi.
Zamân, mekân ve ilişkilerin tasarruf edilmesi
de bugünden çok farklı yapılanmaktaydı.
Kişiselliğin veyâ öznelliğin
baskın olduğu bir dünyâydı bu. Bana kalırsa en mühim çıktılarından birisi de insanın
tahayyül kudretini bilemesiydi.
Destanlar, hikâyeler, efsâneler, zengin inançlar muazzam bir müktesebât oluşturuyordu.
Kadim dünyâları katı bir gerçekçilik yönetmiyordu… Tam aksine, ceddimiz tahayyül kudretimizin mahsulü olan fikir ve duyguların inşâ ettiği dünyâlarda yaşıyorlardı. Kültürler,
hakikâti
(verité-truth)
gerçeğin
(reality) yerine koyuyorlardı. Dünyânın acılarına karşı direnmenin anahtarı buradaydı. Bu işler hiçbir zaman tek boyutlu anlaşılmamalıdır. Eski dünyâların hâkim zümreleri, iktidârlarını meşrû kılmak ve onu devâm ettirmek için hayâl ürünü kurguları kullanıyordu. Buna mukâbil, tahakküm altında yaşayanlar şikâyet ve itirazlarını yine tahayyül mahsulü alternatif kurgulardan temellendiriyorlardı. Hayâlî kaybedilmiş cennet, altın çağ tasvirleri, hayâl perdelerinde, geçmişten geleceğe yansıtılıyordu.
Kapitalist birikimin başlaması bunları alt üst etti. Rönesans olarak bilinen devrin en karakteristik niteliği,
hayâli olarak inşâ edilmiş dünyâlara gerçekçilik üzerinden açmış oldukları savaştı
. Rönesans sanatlarından Barok’a uzanan sanat ve fikir târihi, perdelenmiş, saklanmış ve bastırılmış olan gerçeklere adanmıştı. Bunun ahlâkî sayılabilecek yegâne kıstası, binlerce sene boyunca devâm eden bir kısırlığa
dürüstlük
ile karşı koymaktı. Bunu sağlayacak yegâne kılavuz, her türlü duygularından arındırılmış akıldı.
Gerçek maddîydi ve ancak maddî kâidelere
göre işleyen bir mantıkî akılcılık bizi onlarla
buluşturabilirdi
. Özlü gerçekleri olanca çıplaklığı ve sâhiciliği ile ortaya çıkarmaya adanmış olan “Uyanış”, gerçeklerin üzerini örten ve bizleri onlara yabancılaştırdığını düşündükleri hayâlleri kovuyordu. (
Yeniden) Doğuş ve Aydınlanma
gibi kavramlara müracaat edilmesi tam da bunu anlatmıyor mu?
Ama dürüstlük, sâhicilik ve özcülük gibi değerlerin yükselişine sebebiyet veren daha esaslı sâikler bizzat kapitalizmin içinden geliyordu.
Gerçekçilik, akılcılık ve kapitalizmin insafsız kâr elde etmek arzu ve iştihâsı
için elzemdi. Ucu açık, kendi asimptotunda kendisini sonsuzlaştıran bu sâiklerin tek başına ahlâkî olarak temellendirilmesi ve meşrûlaştırılması mümkün değildi. Bizi gerçeklere bağlayan yegâne ahlâki değer olan dürüstlük burada işleyemezdi. Eğer işletillirse bu defâ kapitalizmin maskesi düşürecekti. Bu çelişkiyi gidermek için kapitalizm için elzem olan
hesaplayıcı akıl ile ideolojik akıl
ayrıştırıldı. Daha doğrusu gerçekçilik, akılcılık ve buradan türetilen değerleri kapitalizmden tecrit eden yeni bir hakikat inşâ edildi. Kapitalizm ve onun uzantısı olan modern bürokrasi kötü olabilirdi. Lâkin modernliğin, Rönesans ve Aydınlanma’nın değerleri kapitalizmin doğurduğu tahribatları gidermek için ümitvâr olmamız gereken kaynaklara işâret ediyordu. Vahim bulduğum, çok temel çelişki budur:
Felsefe, sanat ve bilimleri kapitalizmden ayrı bir havuzda toplamak ve bunların târihsel maddî arka planlarıyla bağları koparmak.
Eğer modernistlerin iddia ettikleri gibi hakikat bizi gerçeklerden koparmaktaysa, modern dünyâ da bundan nasibini alıyor; akılları farklılaştırarak yeni bir perdeleyici hakikat inşâ ediyordu. Daha vahimi şuydu: Varsayalım ki hakikat bizi gerçekten uzaklaştırıyor; ama hakikati gerçeğin üzerine değil yerine koymak bizi gerçekten tamâmen koparıyor.
Doğrusu ben gerçeklerle yaşanamayacağını ve hakikate ihtiyaç duyduğumuzu düşünürüm. Daha iyi bir dünyâ belki de hakikat ile gerçek arasında bir denge kurmaya bağlıdır. Bunun için hakikatin içinde kaybolmamak, gerçeklerden kopmamak; buna mukâbil gerçeklere teslim olmadan hakikatin rehberliğinden vazgeçmemek gerekiyor. Gelin görün ki bunun hayli uzağında olduğumuzu düşünüyorum. Liberal kapitalizm 1980’lerden başlayarak
katı bir gerçekçiliği çok daha fütursuz
savunuyor. Buna
hakikatsiz kapitalizm
de diyebiliriz. Artık dünyâ, fırsatçılık ve çıkarcılık ekseninde avara kasnak gibi dönüyor. Taşkın bir dünyâ bu. Kimsenin gözü bundan başka birşey görmüyor. Tasarımlar, fanteziler hayâllerimizin yerini aldı. Reelpolitik, jeostratejik ve finansal cinlikler yönetiyor dünyâyı. Hesaplayıcı akıl alkış alan yegâne akıl. Diğer akıllar, meselâ teolojik veyâ felsefî akıllar artık müzelik hâle geldi. Onlar da kendi eksenlerinde avâra kasnak gibi dönüyorlar. Onların temsilcilerine dönük kamuoyu alâkasını, meselâ sosyal medyalarda olduğu üzere abartmayalım. Vasat bir turistin alık alık müze gezmesi gibi bir şey bu.

Gerçekler canımızı yakarken düşündüklerimiz ve söylediklerimizi fırsatların belirdiğini düşündüğümüz yerlerde hemen unutuveriyoruz. Hemen pozisyon değiştirip bambaşka perdelerden atıp tutmaya başlıyoruz. Siyâkını ve sibâkını düşünmeden aşırılıklar arasında savrulup duruyoruz. Hakikate iman, siyâkını, sibâkını, zamânını düşünmeden ona bağlanmayı düşündürür. Hz.Hâtice bunun kusursuz misâlidir. Hz. Muhammed’den aldığı ilk tebliğ karşısında bir lâhza tereddüt geçirmemiş, derhâl teslim olmuştur. Aynı şey gerçekler için vârit değildir. Gerçekler kapılmak ve bağlanmak için değildir. Ama gördüğüm; hakikate bağlanmak, yâni kaptırıp gitmek kabilinden gerekenin gerçekler için yapılmasıdır. Hakikatin sâbiteleri vardır. Ama gerçekler hep ara durumlardır ve bilhassa modern dünyâda çok dinamik seyreder. Bir sağlama yapmak mı istiyorsunuz? Çok değil, geçen sene finans veyâ siyâset mecrâlarında nasıl bir iklimin estiğini, bugünkü iklim ile mukâyese edin; hemen göreceksiniz. Dün somurtanların bugün yüzlerinde güllerin açmasını, gözlerinden ışık saçmalarını hakikatsiz bir dünyânın bir dünyâ vodvili gibi seyrediyorum…

#politika
#toplum
#Süleyman Seyfi Öğün