Resulullah (sav) buyurdular ki: "Beni İsrail'e: "Kapıdan secde ederek girin ve (dileğimiz günahlarımızın) dökülmesidir deyin, ta ki hatalarınız bağıştansın" (Bakara 58) denildi. Ama onlar (emri değiştirdiler de kapıdan kıçları üzerine sürünerek girdiler ve "kılın içinde bir tane" dediler."
Biz karanlık bir gecede Resulullah (sav) ile birlikte bir seferde idik. Kıble istikametini bilemedik. Herkes kendi istikametine yönelerek namazını kıldı. Sabah olunca durumu Resulullah (sav)'a açtık. Bunun üzerine şu ayet indi. "...Nereye yönelirseniz Allah'ın yönü orasıdır (Bakara, 115)."
Ömer İbnu'l-Hattab (ra) Hz. Peygamber (sav)'e hitab ederek: "Ey Allah'ın Resulü (tavaftan sonra kılınan iki rek'atı) Makam'ın gerisinde kılsak (daha iyi olmaz mı?)" diye bir temennide bulunmuştu, hemen şu ayet nazil oldu: "İbrahim'in makamını namazgah yapın..." (Bakara, 125).
Resulullah (sav) Medine'ye gelince, önce Ensar'dan olan ecdadının -veya dayılarının- yanına indi: O zaman namazlarını on altı veya on yedi ay boyunca Beytu'l-Makdis'e doğru kıldı. Ancak kıblenin Kabe'ye doğru olmasını arzuluyordu. (Kabe'ye doğru) kıldığı ilk namaz da ikindi namazı idi. Bu namazı Resulullah (sav)'la birlikte ashabtan bir grup kimse kılmıştı. Bu namazı kılanlardan biri, oradan ayrılınca bir mescide rastladı. Cemaati namaz kılıyordu ve tam rükü halinde idiler. Adam onlara: "Şehadet ederim ki Hz. Peygamber (sav)'le Kabe'ye doğru namaz kıldık" dedi. Cemaat oldukları yerde Kabe'ye yöneldiler. Müslümanların Beytu'l-Makdis'e doğru namaz kılmaları Yahudilere memnun ediyordu. Yüzler Kabeye doğru yönelince Yahudiler bundan hiç memnun kalmadılar. Arkadan hemen şu mealdeki ayet nazil oldu: "Yüzünü göğe çevirip durduğunu görüyoruz..." (Bakara, 144). Beyinsiz Yahudiler dedikoduya başladılar: "Uyageldikleri kıbleyi niye değiştirdiler?" De ki: "Doğu da batı da Allah'ındır. Allah dilediğini doğru yola hidayet eder" (Bakara, 144).
Ayet-i kerimenin emriyle Hz. Peygamber (sav) kıbleyi Kabe'ye yöneltince Müslümanlar sordular: "Ey Allah'ın Resulü, Beytü'l-Makdis'e yönelerek namaz kılmış ve şimdi ölmüş olan kardeşlerimizin namazları ne olacak?" Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu ayeti indirdi: "Senin yöneldiğin istikameti, peygambere uyanları, cayanlardan ayırd etmek için kıble yaptık. Doğrusu Allah'ın yola koyduğu kimselerden başkasına bu ağır bir şeydir. Allah imanlarınızı (ibadetlerinizi) boşa çıkaracak değildir" (Bakara, 143).
Hz. Peygamber (sav) buyurdular ki: "(Kıyamet günü) Hz. Nuh (a.s.) ve ümmeti gelir. Cenab-ı Hakk ona: "Tebliğ ettin, dinimi duyurdun mu?" diye sorar. Nuh (a.s.): "Evet, ey Rabbim" diye cevap verir. Rabb Teala bu sefer ümmetine sorar: "Nuh (a.s.) size tebliğ etmiş miydi?" "Hayır!" bize peygamber gelmedi" derler. Rabb Teala Hz. Nuh (a.s.)'a yönelerek: "Söylediğin şey hususunda sana kim sahicilik edecek?" diye sorar. Nuh (a.s.): "Muhammed (sav) ve ümmeti!" der ve Muhammed (sav)'nın ümmeti: "Nuh tebligatta bulundu" diye şehadette bulunur. Bu duruma şu ayet işaret eder: "Biz böylece sizleri vasat bir ümmet kıldık, ta ki insanlara karşı şahidler olasınız" (Bakara, 143).
Tirmizi'nin rivayetinde şu ziyade vardır: "(...Nuh kavmi): "Bize ne bir korkutucu, ne de başka biri, hiç kimse gelmedi" derler.
Hz. Aişe (ra)'ye şu (mealdeki) ayet hakkında sordum: "Şüphesiz ki Safa ile Merve Allah'ın şeairlerindendir. Kim Kabe'yi hacceder veya ümre yaparsa, bu ikisini de tavaf etmesinde bir beis yoktur." (Bakara, 158). Dedim ki: "Kasem olsun (ayetten) Safa ve Merve'yi tavaf etmeyenlere de bir günah yoktur (manası çıkmaktadır). "Bana dedi ki: Ey kızkardeşimoğlu söylediğin ne kadar çirkin! Ayetin, senin te'vil ettiğin manada olması için, "onları tavaf etmeyene herhangi bir günah terettüp etmez" şeklinde olmalıydı. Halbuki ayet Ensar hakkında inmiştir. Bunlar Müslüman olmazdan önce, Müşellel'deki azgın Menat'a tapınıyorlar, ona telbiye getiriyorlardı. Menat'a telbiye getirenler, Safa ile Merve arasında tavaf etmekten çekiniyorlardı. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk: "Safa ve Merve Allah'ın şeairindendir..." ayetini indirdi. Aişe (ra) şunu da söyledi: "Resulullah (sav) Safa ile Merve arasında tavafta bulunmayı sünnet kıldı. Bunu terketmek kimseye caiz olmaz." Zühri der ki: Ebu Bekr İbnu Abdi'r-Rahman'a bu hadisi haber verdim. Bana şunu söyledi: "Ben bu bilgiyi (hadisi) duymamıştım. Ben alimlerden bazılarını dinledim şöyle diyorlardı: "Hz. Aişe'nin Menat için telbiye getirenlerden haber verdikleri dışında kalan halkın tamamı Safa ve Merve'yi tavaf ediyorlardı. Ne zaman ki Cenab-ı Hakk Kur'an-ı Kerim'de tavafından bahsedip Safa ve Merve'den söz etmeyince: "Ey Allah'ın Resulü! Biz Safa ve Merve'yi tavaf ediyorduk. Halbuki Cenab-ı Hakk Kabe'nin tavafını emrediyor, Safa ve Merve'den bahsetmiyor, Safa ve Merve'yi tavaf etmemizde bize bir mahzur var mı?" dediler. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk: "Safa ve Merve Allah'ın şeairindendir. Öyle ise kim Beytullah'a hac yapar veya ümre ziyaretinde bulunursa Safa ve Merve'yi de tavaf etmesinde bir günah yoktur" ayetini indirdi. Ebu Bekr İbnu Abdirrahman der ki: "Ben bu ayetin, (yukarda zikredilen) her iki grub hakkında da inmiş olduğunu görüyorum. Yani, hem cahiliye devrinde Safa ve Merve'yi tavaftan çekinenler hakkında inmiştir, hem de öncekileri tavaf ettikleri halde. İslam'dan sonra -Allah'ın Kabe'yi tavaf etmeyi emretmiş olmasına rağmen Safa ve Merve'yi zikretmemiş olması sebebiyle- bunları tavaftan çekinenler hakkında inmiştir. Safa ve Merve'nin de (Kur'an'da) zikri Kabe'yi tavaf emrinden sonra gelmiştir.
"Oruca takat getiremeyenler, bir fakire yetecek kadar fidye vermesi gerekir" ayeti indiği zaman orucu yiyip fidye verenler vardı. Bu hal müteakip ayetin inmesine kadar devam etti. Bu ayet öncekini neshetti. Yani asıl hüküm şudur: "Kim Ramazan ayında hazır bulunursa orucunu tutsun"
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Dua, ibadettir", sonra şu ayeti okudu: "Rabbiniz: Bana dua edin ki size icabet edeyim. Bana ibadet etmeyi büyüklüklerine yediremeyenler var ya, alçalmış ve hakir olarak cehenneme gireceklerdir" buyurmuşlardır" (Mü'min, 60)
Buhari, Ebu Davud ve Tirmizi'nin bir rivayetinde de şöyle gelmiştir: "Ashab-ı Muhammed (a.s.)'in (başlangıçta) durumu şöyleydi: Bir kimse oruçlu iken, iftar vakti gelince, iftarını açmadan uyuyacak olsa, artık o gece yemediği gibi ertesi günü de yiyemez, o günün akşamına kadar beklerdi. Kays İbnu Sırma el-Ensari (ra) oruçlu olduğu bir günde iftar vakti girince hanımına gelerek yiyecek birşey olup olmadığını sordu. Kadın: "Hayır, yok!" ancak bekle, sana yiyecek arıyayım" dedi. Kays, gün boyu çalışan birisiydi, beklerken uyuyakaldı. Hanımı gelince baktı ki uyuyor: "Eyvah mahrum kaldın, yiyemiyeceksin" diye eseflendi. Ertesi gün, öğleye doğru Kays (ra) açlıktan baygın düştü. Durumu Resulullah (sav)'a anlattılar. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: "Oruç tuttuğunuz günlerin gecesi kadınlarınıza yaklaşmanız size helal kılındı" (Bakara, 187). Buna Müslümanlar fevkalede sevindiler. Arkadan, "Tanyerinde beyaz iplik, siyah iplikten sizce ayırd edilinceye kadar yiyin için.." ayeti nazil oldu." Ayetin nüzülüne sebep olan zatın ismi Ebu Davud'da Sırma İbnu Kays (ra)'dır. Nesai'de ise rivayet şöyledir: "Ashab'tan biri akşam yemeğinden önce uyursa, artık o gece ve ertesi gün güneş batıncaya kadar bir şey yiyip içmesi ona helal olmazdı. Bu durum şu ayet nazil oluncaya kadar devam etti: "Tan yerinde beyaz iplik siyah iplikten, sizce ayırd edilinceye kadar yiyin, için." Ravi der ki: "Bu ayet, Kays İbnu Amr hakkında nazil olmuştur."
Adiy İbnu Hatim (ra) biri siyah, biri beyaz iki köstek bağı aldı. Bir gece bunlara baktı fakat biri diğerinden ayrılmıyordu. Sabah olunca durumu Resulullah (sav)'a şöyle bildirdi: "Yastığımın altına biri siyah biri beyaz iki iplik koydum." Resulullah (sav) ona takıldı: "Beyaz iplikle siyah iplik senin yastığının altında iseler yastığın çok geniş olmalı"
Medine'den gazve için yola çıktık. Niyetimiz İstanbul'du. Cemaatin başında Abdurrahman İbnu Halid İbnil-Velid vardı. Rum askerleri sırtlarını şehrin surlarına yaslamış müdafaada idiler. Bizden biri tek başına düşmana saldırıya geçti. Halk: "Dur, dur! Lailale illallah, eliyle kendini tehlikeye atıyor!" diye bağrıştılar. Ebu Eyyub el-Ensari hazretleri (ra) atılarak "Ey Ensar topluluğu, bu ayet bizim hakkımızda indi. Cenab-ı Hakk, Resulullah (sav)'a yardım edip, İslam galebe çalınca biz: "Artık işlerimizin başında kalıp, onları yoluna koyalım" dedik. Bunun üzerine Allah-u Teala bu ayeti indirdi. Yani "Ellerimizle kendimizi tehlikeye atmak" demek malın-mülkün başında kalıp onları düzene koymak için cihadı terketmektir."
Ka'b İbnu Ucre (ra)'ye "Oruçtan yahut sadakadan yahut kurbandan bir fidye lazımdır" (Bakara, 196) mealindeki ayetten sordum. Dedi ki: "Başımda bitler kaynaştığı halde Resulullah (sav)'a götürüldüm. Beni görünce: "Meşakkatin, bu gördüğüm dereceye ulaşacağını zannetmezdim. Bir koyun bulabilecek misin dedi. "Hayır" cevabını verdim. [Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: "...İçinizde hasta olan veya başından rahatsız varsa fidye olarak ya oruç tutması, ya sadaka vermesi ya da kurban kesmesi gerekir..." (Bakara, 196) Resulullah (sav): "Üç gün oruç tut veya her fakire yarım sa' yiyecek vermek suretiyle altı fakiri doyur, başını traş et" dedi. Bu ayet hassaten benim hakkımda nazil oldu, ancak umumen hepimize şamildir."
Yahudiler: "Kadına arka istikametinden temas edilirse çocuk şaşı doğar" derlerdi. Bunun üzerine: "Kadınlarınız sizin (evlad yetiştiren) tarlanızdır. O halde tarlanıza dilediğiniz gibi gelin" ayeti nazil oldu" (Bakara 223).
Hz. Ömer (ra), Resulullah (sav)'a gelerek: "Ey Allah'ın Resulü mahvoldum" buyurdu. Hz. Peygamber (sav): "Niye mahvoldun ne var?" diye sorunca açıkladı: "Bu gece bineğimi ters çevirdim (arka canibinden yanaştım). "Resulullah (sav) hiçbir cevap vermedi. Cenab-ı Hakk peygamberine şu ayeti vahyetti: "Kadınlarınız sizin tarlalarınızdır. Tarlanıza istediğiniz gibi gelin." Dübüründen ve hayız halinde temastan kaçınmak şartıyla önden, arkadan, nasıl istersen öyle gel.
Resulullah (sav): "Kadınlarınız (çocuk yetiştirdiğiniz) tarlalarınızdır, tarlanıza dilediğiniz gibi gelin" ayetiyle ilgili olarak şöyle buyurdu: "Tek yoldan (ki o da çocuk yoludur) olmak kaydıyla dilediğiniz şekilde temas kurun"
Cahiliye devrinde kişi hanımım boşar, iddeti sona ermeden geri almak isterse, alma hakkına sahipti. Bu şekilde bin kere boşayıp geri dönebilirdi. (Bu hal bir adamın şu hadisesine kadar devam etti.) Bir gün adam hanımını boşadı ve iddeti dolmak üzere iken hanımını geri aldı, sonra tekrar boşadı ve hanımına: "Allah'a kasem olsun seni evime almıyorum ve ebediyen başkasına da helal olmayacaksın" dedi. Kadın: "Bu nasıl olur?" deyince, adam: "Seni boşuyorum, iddetin dolmadan tekrar geri alacağım ve bu böylece devam edip gidecek" dedi. Kadın Hz. Aişe (ra)'ye gitti, durumu anlattı. Hz. Aişe cevap vermedi. Resulullah (sav)'ı bekledi. Gelince vak'ayı anlattı. Resulullah (sav) da cevap vermedi (vahiy bekledi). Cenab-ı Hakk şu ayeti inzal buyurdu: "Boşama iki defadır ya iyilikle tutma ya da iyilik yaparak bırakmadır" (Bakara, 229). O günden itibaren insanlar bu yeni talaka yöneldiler, boşayan da boşamayan da. (Parantez içindeki açıklayıcı kısımlar Tirmizi'deki ziyadeden alınmıştır)
Benim bir kızkardeşim vardı. Evlenmek için buna müracaat edenler oldu. Fakat kimseye müsbet cevap vermiyordum. Derken amcamın oğlu istedi. Kızkardeşimi ona nikahladım. Allah'ın dilediği kadar bir müddet beraber yaşadılar. Sonra amcam oğlu onu talak-ı ric'i ile boşadı. Ancak tekrar almadan terketti. İddeti tamamlandı. Kız kardeşimle evlenmek isteyenler bana müracaat edince amcam oğlu da, müracaat ederek tekrar almak istedi. Kendisine: "Daha önce de çok isteyenler oldu, kimseye vermedim, seni hepsine tercih ederek sana verdim, seninle evlendirdim. Sen onu talak-ı ric'i ile boşadın. (Geri alma hakkın olduğu halde terkettin ve iddeti doldu. Başkaları istemeye gelince, sen de talib odun, taleble almak istiyorsun. Allah'ıma kasem olsun onu asla sana vermeyeceğim" dedim. Ma'kıl der ki: Bunun üzerine benim hakkımda şu ayet nazil oldu: "Kadınları boşadığınız zaman iddetlerini bitirdiler mi, aralarında meşru bir surette anlaştıkları takdirde, artık kendilerini kocalarına nikah etmelerine engel olmayın" (Bakara, 232). Yine Ma'kıl ilave ediyor: "Ayet üzerine, yeminim için kefarette bulundum ve kız kardeşimi, eski kocasına nikahladım." Buhari'nin bir rivayetinde şöyle denir: "Resulullah (sav) Ma'kıl'ı çağırdı, ayeti kendisine tilavet buyurdu. Bunun üzerine o, müşkülpesendliği bıraktı ve Allah'ın emrine boyun eğdi" (Buhari, Talak 44)
Resulullah (sav) Hendek Savaşı sırasında "Allah onların evlerini ve kabirlerini ateşle doldursun, bizim orta namazımıza mani oldvlar, güneş batıncaya kadar kılamadık" buyurdu. Bir rivayette: "Bizi, salat-ı vusta olan ikindi namazından ahkoydular" denir. Bir diğer rivayette: "Sonra ikindiyi akşamla yatsı arasında kıldık" denir.
Aişe'nin azadlısı Ebu Yunus anlatıyor: "Hz. Aişe (ra), kendisine bir mushaf yazmamı emretti ve dedi ki: "Şu ayete gelince bana haber ver: "Namazlara ve bilhassa orta namazına devam edin" (Bakara, 238). Yazarken bu ayete gelince ona haber verdim. Bana şunu imla ettirdi: "Namazlara ve orta namazına ve ikindi namazına devam edin ve Allah için yalvaranlar olarak eda edin" (Bakara, 238). Hz. Aişe (ra): "Ben bunu Resulullah'dan işittim" dedi.
İmam Malik (ra)'e ulaştığına göre, Ali İbnu Ebi Talib (ra)'e İbnu Abbas (ra), Ku'an'da zikri geçen "orta namaz"a, (salatu'l-vusta) sabah namazı demişlerdir. (Tirmizi, bu hadisi İbnu Abbas ve İbnu Ömer'den muallak (senetsiz) olarak zikretmiştir.)
Zeyd İbnu Sabit ve Hz. Aişe (ra) "Orta namazı, öğlen namazıdır" derlerdi.
Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurdular: "Her şeyin bir şerefesi var. Kur'an-ı Kerim'in şerefesi de Bakara süresidir. Bu surede bir ayet vardır ki, Kur'an ayetlerinin efendisidir: Ayetü'l-Kürsi
Ravinin bir hücresi vardı ve içinde hurma bulunuyordu. Buraya bir gulyabani (cin) dadanmış gelip hurmadan alıyordu. Bu durumu Resulullah (sav)'a, açtı. Resulullah (sav) kendisine: "Git, tekrar görecek olursan "Allah'ın adıyla, Resulullah (sav)'a icabet et" dersin" buyurdu. Ebu Eyyub der ki: (Bekledim, tekrar gelince) yakaladım. Ancak, bir daha gelmeyeceğine dair yemin etti, ben de salıverdim.Sonra Resulullah (sav)'la karşılaştığımda Resulullah (sav): "Esirin ne oldu?" diye sordu. Ben: "Bir daha gelmeyeceğine dair yemin etti (ben de bıraktım)" dedim. Resulullah (sav): "O yalan söylemiş, o yalana alışkındır" buyurdu. Ebu Eyyüb, bir başka sefer yine geldiğini, yakalayınca gelmeyeceğine dair yine yemin ettiğini, yemini üzerine salıverdiğini anlatır. Resulullah (sav) tekrar: "Esirin ne oldu?" diye sorar. "Gelmeyeceğine dair yemin edince bıraktım" der. Resulullah (sav): "Yalan söylemiş, o zaten yalana alışkındır" buyurur. Ebu Eyyub (ra) üçüncü sefer yine yakalar ve: "Bu sefer seni bırakmayacağım, mutlaka Resulullah (sav)'a kadar götüreceğim" der. Bunun üzerine cin: "(Dinle beni) sana mühim bir şey hatırlatacağım: Ayet'ü'l-Kürsi var ya, onu evinde oku. O takdirde sana hiç ne şeytan ne başkası yaklaşamaz" der. (Ebu Eyyub yine salar) ve Hz. Peygamber (sav)'e gelir. Resulullah (sav): "Esirin ne oldu?" diye sorar. Olup biteni haber verince: "(Hayret), yalancı olduğu halde bu sefer doğruyu söylemiş" buyurur."
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Hz. İbrahim (a.s.)'in şu sözleriyle ifade ettiği şüpheyi yaşamaya biz ondan daha layıkız: "Ey Rabbim ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster" demiş, (Allah: "Buna) inanmadın mı yoksa" demiş, o da: "İnandım, fakat kalbimin, (gözümle görerek) yatışması için (istedim, diye) söylemiştir (Bakara, 260). Allah, Lut (a.s.)'a rahmetini bol kılsın, aslında o çok muhkem bir kaleye sığınmıştı. Eğer, Hz. Yusuf (a.s.)'un kaldığı müddetçe hapiste ben kalsaydım, davete icabet ederdim."
Tirmizi'nin bir rivayetinde Hz. Yusuf'la ilgili olarak Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur: "Kerim oğlu Kerim oğlu Kerim oğlu Kerim; İbrahimoğlu İshakoğlu Yakuboğlu Yusuftur. Ve ilave etti: "Şayet, hapiste onun yerine ben yatmış olsaydım da, sonunda bana elçi gelseydi, çıkma hususunda hemen cevap verirdim." Resulullah (sav) arkadan şu ayeti okudu: "Kendisine elçi gelince, "Efendine dön de ellerini kesen o kadınların zoru neydi kendisine sor" dedi. Resulullah (sav) devamla şunu söyledi: "Allah Teala'nın rahmeti Lut'a olsun, o aslında çok sağlam bir kaleye sığınmışta Allah ondan sonra, her peygamberi kavminden kalabalık bir cemaat içinde gönderdi."
"İğrenmeden alamayacağınız pis şeyleri vermeye kalkmayın.. (Bakara, 267) mealindeki ayet biz ensar hakkında indi" dedi ve anlattı: "Biz hurma yetiştiren kimselerdik. Herkes, hurmasından az veya çok oluşuna göre tasadduk ederdi. Bu cümleden olarak, kişi bir iki hurma salkımı getirir onu mescide asardı. Mescidde kalan Ehl-i Suffa'nın yiyeceği yoktu. Bunlardan biri acıktığı zaman, salkıma gelir, sopasıyla vurur, ondan bir miktar hurma düşürür ve yeredi. Hayrı düşünmeyenlerden bazıları, içerisinde kalitesiz hurmaların çokça bulunduğu salkımlardan, bazıları kırık adi salkımlardan getirip asıyordu. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu ayeti indirdi: "Ey iman edenler: Kazandıklarınızın temizlerinden ve size yerden çıkardıklarımızdan sarfedin; iğrenmeden alamıyacağınız pis şeyleri vermeye kalkmayın. Allah'ın müstağni ve övülmeye layık olduğunu bilin." Resulullah (sav) ayeti şöyle açıkladılar: "Sizden biri, sadaka olarak verdiği şeyin benzeri, kendisine verildiği takdirde onu istemeye istemeye, utanarak alacağı şeyden almamasına dikkat etsin." İbnu Abbas der ki: "Bundan sonra hepimiz, sahib olduğumuz şeylerin iyilerinden verir olduk." Hadisi, Tirmizi rivayet eder ve sahih olduğunu belirtir (Tefsir, (2990). Hadisi ibnu Mace, Zekat'ın 19, (1822)babında kaydeder.
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Şeytan da, melek de insanoğluna sokularak onun kalbine birtakım şeyler atarlar. Şeytanın işi kötülüğe çağırmak, sonu fena ve zararlı olan şeylere teşvik etmek ve hakkı yalanlamak, haktan uzaklaştırmaktır. Meleğin işi hak ve hayra, iyiliğe çağırmak ve kötülükten uzaklaştırmaktır. Kim içinde hakka, hayıra, iyiliğe çağıran bir ses duyarsa bilsin ki bu Allah'tandır ve hemen Allahu Teala'ya hamdetsin. Kim de içinde şerr ve inkara çağıran bir fısıltı duyarsa ondan uzaklaşsın ve hemen şeytandan Allah'a sığınsın." Resulullah (sav) bu sözlerine şu mealdeki ayeti ekledi: "Şeytan sizi fakir olacaksınız diye korkutur, size cimriliği emreder.." (Bakara 268).
Hz. Peygamber (sav) buyurdular ki: "Allah Teala, ümmetim, içinden geçen fena şeylerle amel etmedikçe veya onu konuşmadıkça o şey yüzünden ümmetimi hesaba çekmeyecektir."
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.