Resulullah (sav) iki hutbe okurdu. Minbere çıkınca otururdu.
(Bu esnada müezzin ezan okurdu). Müezzin ezanı bitirince kalkar ve hutbeyi okur, sonra tekrar oturur ve (bu sırada) konuşmazdı. Sonra kalkar (ikinci defa) hutbe okurdu.Nesai'nin rivayetinde: "Resulullah (sav) ayakta iki hutbe verir, bunların arasını (kısa) bir oturuşla ayırırdı" denmiştir.
Ka'b, mescide girince Abdurrahman İbnu Ümmi'l Hakem'i oturarak hutbe verir görmüş ve derhal müdahele etmiştir: "Şu habise bakın hele! Oturarak hutbe veriyor.
Halbuki Cenab-ı Hakk Kitab-ı Mübin'inde (mealen): "Onlar bir ticaret, yahud bir oyun, bir eğlence gördükleri zaman ona yönelip dağıldılar ve seni ayakta bıraktılar" (Cuma 11) buyurmuştur."Anlattığına göre, Bişr İbnu Mervan'ı, minberde ellerini kaldırarak hutbe verirken görmüş ve derhal müdahale etmiştir: "Allah şu iki kısa elin belasını versin. Ben Resulullah (sav)'ı gördüm, eliyle şundan fazla kaldırmazdı" dedi ve şehadet parmağıyla işaret etti.
Resulullah (sav) hutbe verdi mi gözleri kızarır, sesi yükselir, öfkesi artardı. Sanki bir orduya "Düşmanınız akşama veya sabaha size baskın yapacak!
" diye tehlikeyi haber veren komutan gibi (fevkalde ciddi bir eda ile): "Ben size, Kıyamet şu iki parmak kadar yakınlaşmış olduğu bir zamanda peygamber gönderildim" der ve şehadet parmağı ile orta parmağını birbirine yaklaştırarak gösterir, sözlerine şöyle devam ederdi: "Emmd bad! Bilesiniz, sözlerin en hayırlısı Kitabullah'tır. En güzel yol da Muhammed'in yoludur. İşlerin en şerlisi de sonradan ihdas edilenlerdir. Her bid'at dalalettir." Ayrıca, şunları da söylerdi: "Ben her mü'mine kendi nefsinden daha yakınım. Nitekim, kim bir mal bırakırsa bu ailesi içindir. Kim bir borç veya (bakıma muhtaç) horanta bırakırsa bu bana aittir ve benim uzerimedir."Resulullah (sav) teşehhüd okuyunca şu mealde zikirde, duada bulunuyordu: "Hamd Allah'adır, O'na sığınır, O'ndan mağrifet dileriz. Nefislerimizin şerrinden de O'na sığınırız. Allah kime hidayet verirse onu kimse sapıtamaz, kimi de sapıtırsa onu kimse hidayete götüremez. Şehadet ederim ki, Allah'tan başka ilah yoktur. Yine şehadet ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve Resulüdür. O'nu hak ile, kıyametten önce müjdeleyici ve korkutucu olarak gönderdi. Kim Allah ve Resulüne itaat ederse doğru yolu bulmuştur. Kim de o ikisine isyan ederse, (bilsin ki) sadece kendisine zarar verir, Allah'a hiçbir zarar veremez." [Bir rivayette hadise şu ziyadeyi yaptıktan sonra gerisini aynen rivayet etmiştir.... (Cuma günü teşehhüd'den sonra...)]
Resulullah (sav)'ın namazı vasattı, hutbesi de vasattı.
Ammar bize hitabetmişti. (Konuşmasını) veciz ve beliğ yaptı. Minberden inince: "Ey Ebul-Yakzan beliğ ve veciz konuştun! Keşke biraz daha nefesleseydiniz (uzatsaydınız)!" dedik. Bize şu cevabı verdi: "Ben Resulullah (sav)'ı dinledim, şöyle buyurmuştu: "Kişinin namazının uzunluğu ve hutbesinin kısalığı onun fıkhının (ilminin) alametidir. Öyle ise, hutbeyi kısa tutun, namazı uzun (zira, beyanda sihir var)."
Resulullah (sav) buyurdular ki: "İçerisinde teşehhüd bulunmayan her hutbe kesik bir el gibidir."
Ebu Davud'un diğer bir rivayetinde: "Allah'a hamd ile başlamayan her kelam kesiktir" denmiştir.
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Zikr (yani hutbe) sırasında hazır bulunun, imama yakın olun. Zira kişi, uzaklaşmaya devam ede ede, girse bile cennette de geri kalır."
Resulullah (sav)'a geldim. Hutbe veriyordu. Ben: "Ey Allah'ın Resulü! Yabancı ve dinini bilmeyen bir kimseyim, sizden dinimin ne olduğunu soruyorum!" dedim. Bunun üzerine bana yöneldi, hutbesini bırakarak yanıma kadar geldi. Kendisine bir sandalye getirildi. Zannedersem ayakları demirdendi. Üzerine oturdu. Hemen Allah'ın kendisine öğrettiklerinden bana öğretmeye başladı. Sonra tekrar hutbesine dönerek, sonunu tamamladı.
Hz. Osman (ra) hutbelerine çoğu kere şu hususu hatırlatarak başlardı: "İşitin, kulak verin. Zira işiterek, kulak verenle işitmeden kulak verenin sevaptan hissesi birdir."